9 Ağustos 2009 Pazar

Konya: Açıkhava Camiler Müzesi

Neden Konya?
Geçen sonbahar bir çarşı izninde Balıkesir sokaklarında volta atıyoduk Mehmet ve Hayrettin'le.. Şehirdeki tek tük bisikletlinin bana nasıl Hollanda'yı hatırlattığından söz ettiydim onlara.. "Oooo, sen Konya'ya gel o zaman; bisiklet yolları bile var Konya'da" demişti Memet, Konya'nın geniş düzenli caddelerinden de bahsederek.. Şaştım kaldıydım o zaman, "Türkiye'de bisiklet yolu mu var??? Nasıl olur??" Öyle mutlu olmuştum ki birden :) ..

Ve tabi buna ek olarak Konya'nın eski Anadolu Selçukluları başkenti olması hasebiyle, Selçuklu mimarisini tanıma adına da görmek istedim şehri..

Şehir Hakkında
Ne tevafuktur ki; "Üç gün Üç gece" gezimin önceki durakları Kayseri ve Gaziantep gibi, Konya da büyükşehir statüsünde bir şehir. Yani Konya merkez; üç ilçenin bir araya gelmesinden oluşuyor: Selçuklu, Meram ve Karatay..

Şehir çok eski bir tarihe sahip (Ama türkler öncesi tarihin izleri, en azından benim gezdiğim yerlerde, görükmüyodu maalesef.. Kayseri ve Gaziantep'te Roma/Bizans zamanından kalma kaleler vardı; ama Konya'nın kalesinin yerinde yeller esiyo zaten..). Türk tarihine odaklanırsak; sırasıyla Anadolu Selçukluları, Karamanoğulları ve Osmanlıların hakimiyetinde kalmış şehir; bunlardan ilk ikisine de başkentlik yapmış.. Ancak, yine ilginç bir şekilde şehir merkezinde Karamanoğulları'ndan kalma hiçbir eser yoktu, pek garip geldi bana..

Şehir hakkında ayrıntılı ön bilgi toplamak, ya da tarihi/kültürel mekanlarla alakalı detaylı bilgi edinmek isteyenler için Türkiye Tanıtım sitesi; bulabildiğim tek alternatif.. Ama eksikleri var sitenin, arama fonksiyonu çalışmıyo mesela.. Şehrin il Kültür Turizm Müdürlüğü'nün sitesinde tarihi yerlerle ilgili hiçbirşey bulamadım ayrıca; halbuki Gaziantep'teki muadil kuruluşun ne derli toplu bilgilendirici sayfası vardı.. Yani sonuç; çok şaşırtıcı bi durum ama kooooskoca Konya'nın tarihi & gezilecek yerleri ile ilgili dört dörtlük bir websitesi yok malesef ...

Nasıl Gidecez?
Ben Kayseri'den Metro firması ile gittim; 4.5 saat sürdü; 25 TL ödedim. Akşam 8'de binmiştim Kayseri'den; gece 12:30'da Konya otogarındaydım. Otogar önünden tüm gece boyu şehre tramvay işliyor sabaha kadar, çok takdir ettim (Tabi 12'den sonra saatte bir sadece). İstanbul'dan gelecek olanlar için de şöyle bir bilgi vereyim; Konya'dan İstanbul'a yine Metro ile döndüm ve 50 TL ödedim; o da 9.5 saat kadar sürdü hatırladığım kadarıyla.

Bu arada Konya otogarı da yeni yapılmış bir otogar, ancak içini göremedim ne yazık ki.. Şehre vardığımda Mehmet bekliyodu zaten, vakit de geç olduğundan hemen tramvay durağına gittik.. Dönerken de Cihat otogar'a geldi sağolsun,otobüs kalkana kadar otobüs önünde muhabbet ettik. Yani içeriye girmek nasib olmadı. Ama, dıştan sanki bir ayyıldızı andırır gibi inşa edilmiş; buna da Kayseri'den gelirken otobüste tanıştığım Seçmen abi dikkatimi çekti..

Gezi Güzergahı I

Google Map'in çok güzel bir hizmeti de var: haritada güzergahı çizdiğinizde, yolun uzunluğunu da söylüyor.. Konya güzergahımızın uzunluğunu 5.8 km olarak verdi mesela.. Yani yaklaşık 6 km yürüyoruz bu güzergahı takip edersek. Ve herhalde sabah 10 gibi başlasanız gezmeye; saat 6-7 gibi çoktan bitirirsiniz.. Ahan da güzergahımız:


Konya gezi güzergahımızın haritasını daha büyük bir boyutta görmek için tıklayın... Haritaya zumlayabilir, ve farklı yönlere hareket ettirebilirsiniz..

Açıkhava Camiler Müzesi Konya
Konya'nın en ilginç özelliği bence; tam bir camiler müzesi özelliğinde olmasıydı. Her tarzda cami var şehirde; o kadar hoştu ki bunu görmek..

İlk durak (yeşille işaretledim haritada) Ak Camii mesela; ahşap minaresiyle sadece Gaziantep'te gördüğüm tarihi camileri hatırlatıyor. Aladdin Camii, Kayseri'de bolca gördüğüm çok sütunlu klasik Selçuklu cami mimarisinde. Şerafettin ve Selimiye Camileri ise Klasik Osmanlı tarzı, Sinan tarzı camiler.. Ve Aziziye Camii, şehre son Osmanlı döneminin barok-rokoko tarzı mimarisini getirmiş.. Ha, tabi bir de Meram'daki Tavus Baba Camii'ni de unutmamalı: yine klasik çok sütunlu Selçuklu camisi gibi;ama sütunlar ahşap ve çok uzun; bambaşka bir havası vardı caminin.. Kısacası Yok yok şehirde camiler açısından :)

Evet, başlayalım ilk noktamızdan: Ak (Şazibey) Camii içine girmedim; hemen dikkatimi çeken ahşap sade minaresine hayranlıkla bir süre bakıp, fotoğrafladıktan sonra, Karatay Medresesi'nin kapısına yürüdüm.. Bu arada caminin tarihiyle ilgili ne üzerinde bi bilgi var, ne de internette.. Neyin nesidir öğrenemedim yani..
Gaziantep tarzı gibi duran sevimli ahşap minaresiyle Ak (Şazibey) Camii..

O ne görkemli kapıdır öyle Karatay Medresesi'nde.. Medrese şu an Çini Eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor.. 1250'lerde yapılmış. Ben yine herzamanki gibi, mümkün olduğunca çok yer görme uğruna içeri girmeden, dış Taç Kapı'sını temaşa edip fotoğraflayarak Selçuklu Köşkü yoluyla Aladdin Camii'ne doğru yol aldım. Taç Kapı'nın girişinin iki yanındaki dönmeli sütunlar, mimarideki Bizans etkisini gösteriyormuş.
Çini Eserleri Müzesi olarak kullanılan Karatay Medresesi'nin giriş Taç Kapı'sı..

Aladdin Camii (1220)

Aladdin Camii'nin Selçuklu Köşkü'nün yanından görünümü.. Selçuklu Sultanları Türbesi'nin kubbesi ve camiye Osmanlılar zamanında eklenen minare de görünüyor..

Selçuklu Köşkü hakkında söylenecek pek birşey yok.. Ahı gidip vahı kalmış bir yapı. Köşkün sadece bir duvarı ulaşmış günümüze. Hemen yanından yürüyüp meşhur Aladdin Camii'nin girişini buldum. O arada da Aladdin Camii'ni oluşturan yapının yan kapıları üstüne yazı yazan eşşeklerin yazdıklarını fotoğrafladım (Eşekleri tenzih ederim). Bu tarihi esere böyle bir muameleyi gönül rahatlığıyla yapanlar kadar, onlara tarihe saygı şuurunu veremeyen okul ve ailedeki eğitim sistemine de ÇOOOK yazık.. Aynı eşşeklerden Kayseri'de de vardı; Döner Kümbet'in duvarına kocaman boyayla yazı yazmış vicdansızlar...

Aladdin Camii'nin yan kapısının mermerine yazılmış yazılardan bir örnek. Yazının üzerindeki 26.9.96 doğru ise bu yazı 13 senedir orda; ve o zaman daha acı oluyo durum: 13 senedir temizlemek için hiç bir adım atılmamış, yazık...

Neyse, burası Türkiye deyip sakinleşeyim; kabullenmişlikle.. Klasik çok sütunlu selçuklu mimarisiyle inşa edilmiş Aladdin Camii; özellikle bizans sütunlarıyla ve kündekari ahşap minberiyle ilgimi çekti.. Caminin yapımı epey uzun sürmüş ve 1220 tarihinde Aladdin Keykubat zamanında bitirildiğinden bu sultanın ismiyle anılıyor..

41 sütunlu Aladdin Camii içindeki bizans sütunlarından bir tanesi.. Büyük ihtimalle civardaki yıkıntı bizans yapılarından alınarak cami yapımında kullanılmış. Kayseri Ulu Camii'de de aynı durum vardı..


Aladdin Camii'nin selçuklu klasiği yeşillerle ve geometrik şekillerle bezeli mihrabı.. Önceden her tarafı yeşilli süsleme imiş (Kayseri Gülük Camii gibi), ama sonraları iç tarafı aşınınca oraya mermer kısmı eklemişler..

Kayseri'de Lale, Hunat ve Ulu Camilerde gördüğüm tarzda bir ahşap minberi var caminin. Taaa 1150 yılında Ahlat'lı bir marangoz ustası yapmış kündekari tarzında (yani küçük ahşap parçalarını birbirine geçirerek, çivi filan kullanmadan); 3000'e yakın küçük parçayı birleştirerek, ve 40 yıla yakın sürmüş. Gel de hayran olma.. İçimde garip bir minnet uyandı bunu öğrenince, Van gölü kenarında sabırla bu minberi işlemiş olan Ahlat'lı ustaya..

Aladdin Camii'nin meşhur 850 yıllık ahşap minberi.

Ve Cami avlusunda da 8 Anadolu Selçuklu Sultanının mezarının bulunduğu bir kümbet var. Keyhüsrev'ler, Keykubat'lar, Keykavus'lar burda yatıyor hep. II. Kılıçarslan'da burada.. Hani o Bizans'a karşı kazandığı Miryakefalon zaferiyle Anadolu'nun türkleşmesinde çok önemli rolü olan Kılıçarslan..

Aladdin Cami avlusundan Konya fotoğrafı. En solda muhafaza altındaki Selçuklu köşkü (duvarı demeliyim), ortada Karatay Medresesi'nin kubbesi, en sağda da şehrin iki gökdeleninden biri olan Selçuklu Kulesi gözüküyor..

Camiden çıkınca Aladdin tepesinin yukarısına doğru yürüdüm. Zaten minicik bir tepe. Ben sanki daha kocaman bişeymiş gibi düşlemiştim halbuki.. Yine çok başarılı bir şehircilik örneği göstererek, şehrin göbeğindeki bu tepeyi yeşillendirmiş belediye. Çay bahçeleri de var tepe'de; hatta biz bi tanesinde Öner'le buluştuğumuzda oturup elma çayı da içtik.. Yani yaz sıcağında oturup gölgede dinleneceğiniz bir yer mevcut Konya'da şehrin göbeğinde.. Hatta bir değil birkaç yer; hemen karşı tarafta da çok güzel bir parkın inşası hala devam ediyor. Memet'in dediğine göre o parkın inşaat öncesi halinde içindeki havuzda ördekler filan bile varmış.. Şimdi o parkı daha da genişletiyolar sanırım.

Neyse, Aladdin Tepesi'nden de hevesimi aldım; ve yola devam. Mevlana Caddesi'ni takip edicez şimdi.. Yalnız Mevlana Müzesi 5'ten sonra kapanıyomuş; ona göre hızlandırın adımlarınızı.

Mevlana'ya Doğru...
İlk olarak iplikçi Camii'nin önünden geçiyoruz. Cami zamanında iplikçiler çarşısı üzerinde yer aldığından bu isimle anılır olmuş.. Ben içine girip mermer mihrabı'nı fotoğraflamaya çalışırken (çok aşırı bi ilginçliği de yoktu hani), içerden bi adam "yasak ama hadi neyse" dedi.. Niye yasak anlamadım; şehrin en turistik camisi Aladdin Camisinde bile böyle bir durum yokken. Zaten çektiğim fotoğraf da hiç iyi çıkmadı :). Cami 1202'de minaresiz olarak yapılmış ve 1330'larda yenilenmiş. Şimdiki minaresi ise Cumhuriyet'ten sonra eklenmiş, ve caminin orijinalitesini bozduğu için yıkılcakmış yakında.. Şimdi düşünüyorum da; Kayseri Hunat Hatun Camii minaresi de II. Abdülhamit tarafından eklenmiş; belki de önceden o da minaresizdi.. Yine, Gülük Camii de minaresizdi Kayseri'de.. Ordayken dikkatimi çekmemişti bu; meğer
Selçuklu dönemlerinde, camilere minare ekleme geleneği yokmuş demek...

Buradan Şerafettin Camii'ne geçiyoz, yolun diğer tarafında. 12. yy'da Şeyh Şerafettin bir cami yaptırmış bu araya; ama tabi ki caminin şu anki hali 1636'ya dayanıyor. Tipik bir Osmanlı eseri yani. Özellikle iç süslemeleri çok hoşuma gitti benim.

Şerafettin Camii içinden bir görünüm..

Az ileride de Şems-i Tebrizi Camii bulunuyor.. O kadar sade ve küçük bir cami ki.. Şems'in kabri caminin içinde. Birkaç yüz metre ilerdeki Mevlana'nın türbesiyle karşılaştırılınca ne kadar sade duruyor.. Dünyanın hali işte; taa 800 yıl öncesinde başlayıp hikayesi bugünlere kadar gelen dostluk öyküsünün iki kahramanından, bir anlamda irşad eden konumundaki sessiz sakin buracıkta; diğeri, az ilerde dünyanın dört tarafından ziyaret edeniyle.. Caminin ahşap direklerinden birinin üst tarafındaki, artık solmaya yüz tutmuş ahşap boyamalar dikkatimi çekti özellikle..

Ahşap boyama. Şems-i Tebrizi Camii'nden..

Evet, Şems'le vedalaşıp geriye doğru gidiyoruz; ve Valilik binasının önünde buluyoruz kendimizi. Bu arada, azcık geride Kayalı Park'ın arkasında bi de sarılı eski tarz bi bina var; sanırım postane olarak kullanılıyor; ben o binayi da çok sevdim: sevimli bir mimariye sahip.

Dümdüz devam edince Selimiye Camii'ni görüyoruz. Bu cami II. Selim adına yaptırılmış 1570'lerde.. Klasik Osmanlı tarzı bir cami.. Caminin bana en ilginç gelen tarafı, dıştan bakınca belli olan kare görünümünün içinde iken belli olmaması.

Selimiye Camii

Ve Mevlana
Selimiye Caminin hemen iki adım ilerisinde de Mevlana Müzesi girişi var. Müzeye giriş 2 TL. Çok ucuz yani.. İçerde Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı şadırvan çarpıyor ilk göze.. Garip bir şekilde şadırvanın içindeki su birikintisi bozuk para dolu.. Dikkat ettim, hepsi türk lirası; acaba turistler mi atıyor dilek tutmak için bizimkiler mi, emin olamadım..

Mevlana Müzesi girişi. Arkada 1270'lerde inşa edilmiş yeşil kubbe (Kubbe-i Hadra); Mevlana'nın türbesi yani..

Hemen sağda; Dergahın eskiden nasıl işlediğinin cansız mankenlerle canlandırıldığı bir bölüm var, çok hoş.. Mesela hemen girişteki merdiven altında bi manken duruyor. Memet anlattı bana da: dergaha ilk gelen kişi günlerce bu merdiven altında durur zikir ve ibadetle meşgul olurmuş. Bu adayın hemen oracıkta duran ters yöndeki çarıklarını şeyh düz dönderirse, bu dergaha kabul edildi demekmiş, ve artık bu ilk imtihan sona erermiş. Burada ve türbe içinde fotoğraf çekmek yasaktı; ancak Meyve Sepeti nasılsa çekmeyi becermiş; oradan bakabilirsiniz fotoğraflara...

Neyse, sonra girdik Mevlana Türbesi'ne Mehmet'le.. Koocaman bir türbe; içerde Mevlana, Babası, oğulları da dahil bir sürü akrabası insan gömülü.. Ve ayrıca Mevlana'nın seccadesi, okuduğu Kur'an, giydiği cübbe de dahi çok eski eserler de sergileniyor.. Çok ilgimi çeken iki şey, 1) Mevlana'nın cübbesindeki lale motifleri (demek taaa 1250'lerde Lale bizim kültürümüzün çok sağlam bir parçası imiş), ve 2) Mevlana'nın (yoksa oğluna mı aitti??) gömleğinin üzerindeki bir yığın arapça yazı.. Üzeri yazılı gömlek giymenin mantığı nedir acaba??

Neyse devam edelim; Türbe'den çıkmak epey zaman alıyor; sonra çıkışta da yine dergahın işleyişiyle ilgili eşyaların yer aldığı bir bölüm vardı müzenin parçası olarak; orayı da çarçabuk geçip çıktık..

Aziziye Camii
Geri dönüyoz artık burdan Aladdin Tepesi istikametinde; ama geldiğimiz Mevlana Caddesi'nden değil, Türbe Caddesi yoluyla.. Ve bu cadde bizi, Konya'nın belki de en estetik, en alımlı camisine götürüyor: Aziziye Camii.. Bu caminin genelde vurgulanan en önemli özelliği, pencerelerinin kapısından çok daha büyük olması..

Kırılacakmış gibi duran incecik dış sütunları ve farklı minare mimarisiyle Aziziye Camii (1867)

1867 yapımı bu cami, bu yerdeki yangına maruz kalmış eski bir caminin yerine, Pertevniyal Valide Sultan'ın yardımlarıyla barok-rokoko tarzında yapılmış.. Ben pek severim Pertevniyal Sultan'ı, biraz da acıma hissiyle.. Kolay mı; oğlu Abdülaziz'in hem tahttan indirilişine, hem bilekleri kesilerek (tartışmalı) öldürülüşüne şahit olmuş; ardından da günlerce her şeyden mahrum bir odaya hapsedilmiş kadıncağız. Az değil 8 sene evladının acısıyla yaşayıp nihayetinde 1883'te vefat ederek Aksaray'daki yine kendi yaptırdığı o büyüleyici dış mimariye sahip Pertevniyal Camii'ne defnedilmiş.. Merak edip durdum, acaba hangi sebep Valide Sultan'ı taa Konya'da bir camiye yardıma itmiştir; arkasında bir Mevlana sevgisi ve onun bulunduğu şehre bir hediye sunma düşüncesi mi vardı acaba? Neyse, geçelim.. Diyorum ya; Konya bir açıkhava camiler müzesi diye; kim derdi ki Osmanlı son dönem mimarisinin barok-rokoko tarzı camilerinden birisi Konya'da karşıma çıkacak.. Minaresiyle, iç süslemeleriyle, dışındaki dokunsan yerinden çıkacakmış gibi duran incecik sütunlarıyla o kadar göz alıcı ki!!

Aziziye Camii'nin iç süslemeleri..

Aziz Pavlus Kilisesi
Devam edelim yolumuza biz; benim Kilise aşkımı bir çırpıda anlayan Mehmed'im; "ahan da bizim Konyamızda da kilise var nolmuş ki" tarzında hava atarak bu kiliseye götürdü beni.. Ne ilginç de mi, evet Konya'da hemen Aladdin Tepesi'nin dibinde nerdeyse, bi kilise var.. Yalnız üzerinde hiç bir açıklama yoktu, ismi bile.. İşte gel de şehrin yetkililerine turizm açısından kocaman bir eksi verme... Döndükten sonra internet araştırmalarımla öğrendim hikayesini (WowTurkey sağolsun): Efenim; bu kilise 1910 yılında Saint Paul / Azis Pavlus Kilisesi ismiyle, bu yerde yaşayan misyoner Fransızlar tarafından yaptırılmış; daha çok o civarda yaşayan ermenileri katolikleştirmek maksadıyla.. Şimdilerde İtalyanlar tarafından sahiplenilmiş; hatta bir web sitesi bile var kilisenin.

Katolik Aziz Pavlus Kilisesi..

Kilisenin hemen yakınında da Arapoğlu Kosti'nin konağı var.. 19.yy'da Lübnan'dan gelen hristiyan araplardan biriymiş bu zat sanırım; o yaptırmış. Bir dönem Fransız Okulu olarak hizmet vermiş; şimdi de kafe olarak kullanılıyor (Tabi binayı fotoğrafladığımda bunları bilmiyordum; kentin turizm yetkilileri zahmet edip küçük bir tabela koymamış binanın üstüne tarihiyle ilgili.. İnternette buldum bilgileri).. Halbuki çok hoş bir görüntüsü var; müze vb. olarak da düzenlenebilirdi..
Şimdilerde kafe olarak kullanılan 19.yy Arapoğlu Kosti konağı..

Ve Sona Doğru..
Hemen yakında, 1242 yapımı selçuklu eseri Sırçalı Medrese'ye gidiyoruz sonra.. Buranın da giriş Taç Kapı'sını ve, kapıdan içeri bakınca görünen çinilerle bezeli avlusunu pek beğendim ve fotoğrafladım. İsteyenler uygun saatte giderse içeri girebilir; Mezar Anıtları Müzesi olarak kullanılıyor yapı; yani beylikler, Selçuklu ve Osmanlı döneminden mezar taşları var içerde..
Sırçalı Medrese'nin avlusu..

Güzergahımızın devamında, bana gitmek nasip olmayan selçuklu eseri Sahip Ata Camii var; hep Memet yüzünden :) Sonra da; uzuunca yürüyerek, Atatürk Anıtı'nın olduğu meydana geliyoruz.. Çok beğendim bu anıtı; orda burda gördüğümüz modern tarz Atatürk anıtlarından farklı olarak selçuklu/osmanlı mimarisi kokan iç alıcı beyaz rengiyle çok hoş bir yapı üzerine kondurulmuş bir Atatürk görüyorsunuz karşınızda.. Doya doya baktım :)

Atatürk Anıtı

Sadrettin-i Konevi Camii ve Türbesi
Neyse devam edek, az kaldı ha gayret :) bi sonra, arka taraflarda mütevazı camisi ve türbesi ile; meşhur Muhyiddin-i Arabi'nin üvey evladı ve talebesi Sadreddin-i Konevi'yi bulacağız karşımızda; hemen Askeri Hastane'nin arkasında. Sadreddin Konevi Mevlana ile aynı zamanlarda yaşamış; hatta Mevlana'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine o kıldıracakken, üzüntüsünden bayıldığı için kıldıramamış. Kendi de 1274'te vefat etmiş. Bahçede açıkta çok sade mezarını gördükten sonra caminin içine girdik Mehmet'le..

Sadreddin Konevi Camii'nin II. Abdülhamit devri restorasyonu izlerini taşıyan girişi..

Cami II. Abdülhamit zamanında restore edilmiş sanırım, çok eski durmuyor o yüzden; ama mihrabı taaa Selçuklu döneminden kalma! O Selçuklu yeşilini ve geometrik şekillerini birden karşınızda buluveriyosunuz..
Sadrettin Konevi Camii'nin Selçuklu tarzı mihrabı

Neyse; uzatmayalım; farklı bir yoldan geri dönerek o hoş Atatürk Anıtı'nı tekrar görüyoruz; ve hemencecik solumuzda meşhur Konya Lisesi. Eski mimarisini sevdim ben.. Kayseri'nin Kayseri Lisesi gibi burda da Konya Lisesi var; zaten iki şehri pek çok noktalardan birbirine o kadar benzettim ki.. Devam ettiğimiz Atatürk Caddesi boyunca yine karşımıza eski Konya binaları çıkmaya devam ediyor..

İnce Minare: Son Durak
Ve İnce Minare Sokağı'na sapıp 1264 tarihli İnce Minareli Medrese'yi görünce gezimiz bitiveriyor.. Bu Medrese de ayrı bi ironi; karşımda Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii'ninki gibi incecik estetik bir minare beklerken, nerdeyse hayatımda gördüğüm en kalın minare çıkmasın mı karşıma :D Minare çok daha uzunca imiş; ancak 1901'deki bir yıldırım düşmesiyle neredeyse üçte ikisi gidivermiş minarenin..
"İnce" Minare ve medresenin giriş Taç Kapı'sının bir kısmı..

Minaresi gerçekten çok orjinal medresenin; ve giriş taç kapısı da.. Belki de Kayseri'den bu yana gördüğüm en etkileyici selçuklu Taç Kapı'sı idi bu medreseninki.. Medrese şu an Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmet veriyor.. Yani benim gibi dıştan seyretmeyi ilk etapta kafi buluyosanız nome problema; ama içini gezmek isterseniz, tabi biraz erken gelin ki kapanmasın..
İnce Minareli Medrese'nin büyüleyici Taç Kapı'sından bir görüntü

Gezi Güzergahı II: Meram Bağları

Aladdin Tepesi'nin etrafını çevreleyen yolun bi yerinden geçiyo Meram minibüsleri.. 1.25 TL idi yanılmıyosam; üzerlerinde "yeni meram yolu" yazıyo zaten.. Atladık Memet'le minibüse; 15 dakikada Meram'daydık. Son durakta iniliyo zaten.. Yolda; kendimi bir an Etiler'de Levent'te zannettim; ağaçlar içinde çekici mimarileriyle villalar.. Konya zenginleri bu muhitte oturuyomuş..

Meram villaları..

İlkin hemen orda derenin kenarındaki açıkhava gözlemecilerinin birinde oturup gözleme yedik; bir yandan derede deniz bisikleti mi neyse o nesneyi kullanan insanları seyrettik ağaçlar altında... Dere dediysem, öyle çok doğal gözüken bir dere değil, daha çok bir kanal görünümünde; iki taraftan da duvar arasına alınmış çünkü..
Üstelik pek temiz de değildi. Derede bikaç tane de ördek vardı, yüzüp duruyolardı.. "Hah, sonunda Türkiye'de ördekli bir su birikintisi görebildim şehir hayatının ortasında" dedim sevinerek..
Meram deresi, ve kenarda gözlemeciler..

Meram'ın özelliği, Konya'nın yeşil yüzü olması. Gözlemeden sonra Meram tepesine doğru yukarıya doğru yürüdük Memet'le. Yukarda Aydın Çavuş isimli meşhur bir çay bahçesi var; özelliği, tüm Konya ayaklarının altına seriliyo insanın burada. Aşağıdaki fotoğrafı Aydın Çavuş'tan çektim. Önde Meram'ın yeşil yüzü göze çarpıyor; ötelerde de şehrin iki gökdeleni hafiften belli oluyor. Şehrin ne kadar düz olduğunu da burdan çok iyi anlıyo insan..

Aydın Çavuş'tan Konya..

Ve Tavus Baba Camii.. Aydın Çavuş'tan geri inerken içine uğradık. Meram Tepesinde, taa 1200'lerden kalma bir cami (Aslında bu konuda da internette bir yığın çelişkili bilgi var; kimisi de 1400'lerde yaşadığını iddia ediyor Hindistan'dan gelmiş Tavus Baba'nın. Kadın olduğunu iddia eden hikayeler bile var).. O kadar farklı ki içi. Odundan yüksek direkler kullanılmış sütun olarak. Bambaşka bir havası var..

Meram Tepesindeki Tavus Baba Camii'nin içi...

Etli Ekmek
Konya'da ne yenir sorusunun cevabı Etli Ekmek tabii.. Ve Havzan EtliEkmek lokantası imiş bunu en iyi yapan (Mehmet öyle dedi). Biraz yürüdük tabi merkezden; ama hatırladığım kadarıyla tramvayla da gidilebiliyor. Selçuklu Kulesi'nin orda bi yerdeydi.. Tıklım tıklımdı gittiğimizde.. Bir etli ekmek, bir bıçak arası ısmarladık (Etli ekmek kıymadan, bıçakarası ise bıçakla küçültülmüş et parçacıklarından yapılıyor).. Tuğan'la Cevahir AVM'de ilk kez etliekmek tattığımda hayal kırıklığına uğradıydım : "yav lahmacun bu !!" diye.. Ama Havzan'daki tecrübem sonunda "aslında güzel oluyomuş, ve farklıymış lahmacundan" dedim kendi kendime...

Bu arada, şehir merkezinde de çok lezzetli etli ekmek yapan yerler varmış; Google amca'ya sorun, isimlerini bulursunuz..

Sonuç olarak diyebiliriz ki .... :)
Konya da şaşırtmadı beni; aynı Kayseri gibi; gecekondulaşma yok; planlı şehirleşme; yeşil alanlar; güzel, ferah bir şehir meydanı (Aladdin tepesi).. Raylı sisteme önem verilmiş, tramvayı var.. Gerçekten çok güzel bir şehirleşme vardı Konya merkezinde; yine Avrupa kalitesinde.. Tarihi & mimari açıdan da diğer iki şehre göre çok daha zengindi; hem selçuklu, hem klasik osmanlı, hem son dönem osmanlı (barok-rokoko) mimarisinden örnekler vardı şehirde... Ve tabi şehrin simgesi Yeşil Kubbe ve Mevlana..

Ancak şehri merakımın en önemli sebeplerinden biri olan bisiklet yaygınlığı beni tatmin etmedi ne yazık ki.. Tamam, gerçekten çok yaygın bisikletliler şehirde.. Hatta Hollanda tarzı, arkasında yan oturmuş insan taşıyan yolcu bile gördüm Aziziye Camii'ne giden yolda :)
Aziziye Camii'ne giden caddede Hollanda tarzı : Bir bisiklette iki kişi..

Ancak; sadece bir caddede o Mehmet'in bahsettiği bisiklet yolundan vardı, Hollanda tarzı.. Başka hiçbi yerde yok... Dedim "heralde numunelik göstermelik bi tane yapmışınız, havasını atıyosunuz" :). Memet ısrarla, şehrin bizim gitmediğimiz taraflarının bisiklet yollarıyla kaplı olduğunu söyledi; inansam mı bilmiyorum :). Aşağıya da o gördüğüm tek bisiklet yolunun fotoğrafını koyayım. Aslında madem bisiklet yaygın; daha da yaygınlaştırmak adına şehir merkezinin her tarafına bisiklet yolu yapın de mi; olası trafiğe de en güzel çözüm..
Konya'nın numunelik bisiklet yolu :)

Yapmadan Dönme
  • Mevlana Müzesi'ne gitmeden
  • Aziziye Camii'nin içini dışını görmeden
  • Aladdin Camii'nin içindeki bizans sütunlarını ve ahşap minberini görmeden
  • Yeşil Meram'da Aydın Çavuş'ta "Konya Kanatlarımın Altında" demeden
  • İnce Minare Medresesi'nin minaresini ve taç kapısını görmeden
Minik Detaylar..
  1. Yaş nohutun satıldığını ve yendiğini ilk kez Konya'da gördüm.. Orda burda seyyar satıcılar yeşil nohut satıp duruyolar demet demet.
  2. Bizim İstiklal Caddemizin muadili olaraktan Konya'da da Zafer var; hemen Aladdin Tepesi'nin orda bi yaya caddesi.
Başka kimler bloglamış Konya'yı?
  1. Euhippe : Selçuklu başkenti Konya'da bir gün :Konya üzerine gerçekten çok hoş, derli toplu, düzenli keyifle okunan bir gezi yazısı. Emek verilerek yazılmış..
  2. Meyvesepeti Geziyoor... : Lale şehri Konya : Özellikle Meram ve Mevlana Müzesi ile ilgili bol fotoğrafı olan bir gezi yazısı. Lale fotoğrafları da güzel..

4 yorum:

  1. Ben bu yazıyı malesef beğenmedim
    yok onun tarzı yok bunun benzeri yok şöyle yok böyle
    neden çekemiyorsunuz acaba Konya yı
    emeğinizi eleştirmek için vermişsiniz ne yazıkki

    YanıtlaSil
  2. Üstat çok güzel gezip çok güzel anlatmışsınız bir Konya'lı olarak çok teşekkür ediyorum sizden. Emeğinize sağlık ..

    YanıtlaSil
  3. yakında Konya ya gıdıcez eşimle benim içinde çok faydalı oldunuz Allah razı olsun emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  4. yakında Konya ya gıdıcez eşimle benim içinde çok faydalı oldunuz Allah razı olsun emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...