19 Ağustos 2009 Çarşamba

Yuvacık: İstanbul'un dibinde saklı Doğu Karadeniz

Neden Yuvacık?
Haziran sonu gittim Yuvacık barajına.. Tamamen planlanmamış bir şekilde.. Cuma nöbetçiydim Radar'da. Böyle olunca, cumartesi uyumakla geçti tabi.. Pazar gününü de bi yerlere gidip gezerek değerlendireyim dedim.. Sabah yola çıkarken Lojman çıkışında gördüğüm Adnan Başçavuş, Maşukiye'ye gitmemi önerdi.. Benim aklımda da Sapanca vardı..

Tütünçiflik (Körfez/KOCAELİ)'ten minibüse atlayıp İzmit'e geçtim. Aslında ilk önce bizim askerlerin İzmit'in kurtuluşu dolayısıyla yapacağı yürüyüşü seyretmek istiyodum, ama yürüyüşe daha en az 2 saat varmış; kimsecikler yoktu tören alanında.. Ben de, minibüs durağına geçip, "Bi yerlere gideyim, ama nerelere" diye aklımda tilkiler dolaştırırken, geçip giden Yuvacık minibüsleri çekti dikkatimi.. Aklıma İsmail'in sözleri geldi "Yuvacık tarafı da çok güzel, aynı doğu karadeniz gibi" dediydi zamanında.. Kararımı verdim, bir sonraki Yuvacık minibüsüne atlayıverdim..

Nasıl Gidecez?
Dediğim gibi, İzmit'te oturanlar; 10-15 dakikada bir geçen Yuvacık minibüsleri ile gidebilirler (1.70 TL).. İstanbul'dan gelenlerin ilk önce İzmit'e gelmeleri lazım tabi: bu da çok kolay: Trenle gelmek isteyenler, Haydarpaşa'dan sanırım 5.5 TL gibi cüzi bir bilet parası ödeyip 1.5 saatte gelebiliyorlar İzmit istasyonuna.. Otobüsle gelmek isteyenler de İzmit Seyahat (12 TL, Esenler veya Harem'den binilebilir) veya Gürkan Turizm (9 TL, sadece Harem'den işliyor, Kadıköy ve Üsküdar'da yerleri var) kullanarak gelebilirler. Harem-İzmit arası 1 saat 10 dak. kadar sürüyor.

Minibüs yolculuğu 20-25 dakika sürdü galiba.. Epey uzaklaştık İzmit'ten, köyler köprüler geçtik filan.. En sonunda Yuvacık köyünün (aslında köyün isminin böyle olduğundan da emin değilim) içinde iken (zaten minibüslerin son durağı da bu köyde), sağ tarafda "Yuvacık Barajı, 2 KM" yazısını görünce, indim minibüsten.. Tabi siz böyle bişi yapmayın :), olur ya tabelayı kaçırırsınız, o yüzden baştan şoföre "biz, Yuvacık Barajı 2 KM yazan tabelanın orda incez" deyin :)..

Gezi Güzergahı


Yuvacık'ta gezdiğim güzergahı daha büyük görmek için tıklayın ...

Tabelanın gösterdiği doğrultuda başladım yürümeye.. İlk önce biraz yokuş yukarı, sonra da yokuş aşağı.. Zaten yokuş aşağı yürümeye başladığım noktada barajı gördüm..


Kocaeli Büyükşehir Belediyesi yazıyo kocaman zaten barajın başında. Bu yazı, Google Map haritasında da uydu görüntülerinde gözüküyor; yukardaki haritaya zumlarsanız görürsünüz.. Burdan sonra da yine epeyce yürüdüm yalnız; ama nereye yürüyeceğimi gördüğüm için sıkılmadan.. Minibüsten barajın başladığı yere yürümek 15-20 dakika kadar sürüyo hatırladığım kadarıyla.. (Yaşasın fotoğraflar üzerindeki saat bilgileri! evet 20 dakika kadar sürmüş yürümem :) )

Barajın başına gelince ikiye ayrıldı yol; ya sağ kenardan ileri doğru yürümek, ya da karşı tarafa geçip barajın solu boyunca yürümek.. Ben ikincisini tercih ettim. Karşıya geçtim o yoldan, ve işte o büyüleyici doğu karadeniz manzarası!!

Barajın öbür tarafına geçerken çektim bu fotoğrafı..

Yemyeşil tepeler, masmavi su! Ve o kadar sessiz ki!! Çok bakir kalmış bir alan; etrafta ne ev görüyosunuz ne insan yapımı başka birşey.. Sadece doğa ve kendiniz o kadar..Ayrıca etrafta fazla insan da yoktu.. Ya baraj gölünün başka tarafına gidiyolar genelde (kocaman göl sonuçta); ya da burası henüz daha keşfedilmemiş piknik yeri olarak.. Velhasıl, kafa dinlemek için birebir!

Manzaranın sarhoşluğunda yürürken ileri doğru; baktım kenarda bir tabela. Üzerinde "Hamzadağı Yürüyüş Parkuru, 9 km" yazıyor... "Heyy macera" dedim kendi kendime.. Düz devam etmeyip yürüyüş parkuruna vurdum kendimi..


Başladım yukarı doğru yürümeye.. Tabi kendi rakımım yükseldikçe; yeşil ve mavinin o huzur verici manzarası daha bir belirgin oluyo.. Ve bu mavi ve yeşile eşlik eden hiç bir insan görüntüsü yok başka; tek başına yeşil ve mavinin ortasında..

Yürürken acıktığımı farkettim; ilerde kırmızı erikli bir erik ağacı gördüm; ekşimsi eriklerinden yedim 6-7 tane mideme sus payı olarak :)
Ara ara gök gürlemeye başladı çok kötü; "tek başıma bi fırtına koparsa dağ başında napıcam, nereye sığınıcam ben" dedim; ama maceraya atılmış tek adamım ya, yürümeye devam ettim heyecan olsun diye... Taa ki o evi görünceye kadar..

Evet; 1 km kadar yürümüştüm ki (çok da keyif alıyordum üstelik; hafiften uzaklarda İzmit Körfezi ve Körfez boyunca olan binalar gözükmeye başlamıştı); bir de baktım yukarda bir yerde bir ev.. Dedim, "dağ başında bu ev burda tek başınaysa, bunların kesin köpeği de vardır".. Sonra bu hayali köpeğin, ben evin yakınından geçerken, gördüğü bu yabancıya koşturmasını hayal ettim.. Ve gerisin geri :).. Yani, köpek korkunuz varsa, ve bu yürüyüş parkurunu bitirmek istiyorsanız, yanınızda köpekten korkmayan birileri olsun, tek başına kalkışmayın bu işe :) (Tabi belki de ortada köpek möpek yok, o ayrı :) ).
Hamzadağı yürüyüş parkurunun birinci kilometresinde uzaklarda gözüken İzmit körfezi..

Aslında daha yukarılara çıkabilseydim; büyük ihtimalle öbür tarafta Sapanca Gölü'nü de görebilcektim kuşbakışı.. Ama her işte bir hayır vardır derler.. Geriye dönerken, bi sağnak yağmur bastırdı.. Kendimi bir ağacın altına zor attım.. Göl ve karşı yeşil tepeler manzaralıydı ağaç altı.. Yağmur altında o manzara ayrı bir güzel oldu.. (Tabi ağaç küçük olduğundan epey ıslandım, ama yaz mevsimi sonuçta. Yağmur durduktan sonra hemen kurudu üstümdekiler).. Ayrı bir ilginçlik de, altına sığındığım ağaçta yeşil erikler farketmem oldu.. Nefsimi körelttim bir yandan yağmur altında ıslanırken :)..
Yağmurda sığındığım ağaç altından manzara.. Şapkam ıslak :(

Yarım saat sonra durdu yağmur; geri yürüdüm.. Aşağı inince, müsait bir yerden gölün kenarına inip suyun dibinde oturdum.. Ayaklarımı suya sokmak istedim ama nedense yapmadım.. Sessizliği dinledim doğanın ortasında..

Epey bir deşarj olduktan sonra, o 2 km'lik yolu geri köye yürüdüm.. Susamış bir halde yürürken şu çeşme çıktı karşıma:
Üzerinde "1980/4 askere giden gençlerin hayratıdır" yazıyor.. Bi garip mutluluk sardı içimi, bizim birlikteki askerlerimizi hatırladım; 88/4'ler var bizde en son, demek ki 8 sene öncesinin hayratı..Sudan içtim kana kana, hem de hayrat sahibi gençlere dua ettim..

Minibüsten indiğim yerdeki durakta bekledim biraz. Gelen minibüse atlayıp, İzmit'e geri; oradan da ver elini Tütünçiftlik.. Sonra Abdullah Başçavuş söyledi; Yuvacık'ta sağnak yağmur varken, Tütünçiftlik'te yağmur mağmur yokmuş.. Ee işte doğu karadeniz demiyorum boşuna Yuvacık için, iklimi bile farklı :)

Alternatif gezi güzergahı
Yukardaki GoogleMap'te kırmızıya boyadığım güzergah var bi de alternatif olarak, "Yok biz doğa yürüyüşümüzü Hamzadağı'nda değil, göl kenarında yapıcaz" diyenler için. Bu yolun uzunluğu da 4.7 km (GoogleMap sağolsun).

Şimdi; ben gitmedim bu yolu. Zaten Yuvacık hakkında hiçbirşey bilmeden gitmiştim.. Sonra bizim Küçük Memet (memetler karışmasın diye küçük memet diyeyim dedim; bu Konya'daki memetten farklı çünküm) gitti benden bikaç gün sonra; "ilerde derenin ağzı çok daha güzel" dedi.. Yani; bu güzergahta; gölün karşı tarafına gitmek yerine sağdan yürüyoruz boyuna, ve baraja dökülen bi derenin ağzına geliyoruz.. Ahan da küçük Memet'in o dere ağzında çekildiği fotoğraf:

K.Memet Yuvacık'ta..

Ne güzel de mi? Bir dahaki sefere ben de oraya yüriycem.. Bi de Hobi Sepeti'nin yemek yediği yeri pek merak ettim; yemek fotoğrafları çok hoş; oraya da gitmek gerek..

Başka kimler bloglamış Yuvacık'ı?
1. Hobisepeti: Yuvacık Barajı'nda nereleri gezdik!: Barajın hangi tarafı olduğu belli değil ama, hoş fotoğraflar var.
Yuvacık Barajı'nda neler yedik! : Aynı gezide Gölbaşı isimli bir mekanda blog yazarının yediği yemekten fotoğraflar var.. Bu mekanın gölün neresinde olduğunu ben de merak ettim şimdi, yemeklerin güzelliğini görünce :)..

9 Ağustos 2009 Pazar

Konya: Açıkhava Camiler Müzesi

Neden Konya?
Geçen sonbahar bir çarşı izninde Balıkesir sokaklarında volta atıyoduk Mehmet ve Hayrettin'le.. Şehirdeki tek tük bisikletlinin bana nasıl Hollanda'yı hatırlattığından söz ettiydim onlara.. "Oooo, sen Konya'ya gel o zaman; bisiklet yolları bile var Konya'da" demişti Memet, Konya'nın geniş düzenli caddelerinden de bahsederek.. Şaştım kaldıydım o zaman, "Türkiye'de bisiklet yolu mu var??? Nasıl olur??" Öyle mutlu olmuştum ki birden :) ..

Ve tabi buna ek olarak Konya'nın eski Anadolu Selçukluları başkenti olması hasebiyle, Selçuklu mimarisini tanıma adına da görmek istedim şehri..

Şehir Hakkında
Ne tevafuktur ki; "Üç gün Üç gece" gezimin önceki durakları Kayseri ve Gaziantep gibi, Konya da büyükşehir statüsünde bir şehir. Yani Konya merkez; üç ilçenin bir araya gelmesinden oluşuyor: Selçuklu, Meram ve Karatay..

Şehir çok eski bir tarihe sahip (Ama türkler öncesi tarihin izleri, en azından benim gezdiğim yerlerde, görükmüyodu maalesef.. Kayseri ve Gaziantep'te Roma/Bizans zamanından kalma kaleler vardı; ama Konya'nın kalesinin yerinde yeller esiyo zaten..). Türk tarihine odaklanırsak; sırasıyla Anadolu Selçukluları, Karamanoğulları ve Osmanlıların hakimiyetinde kalmış şehir; bunlardan ilk ikisine de başkentlik yapmış.. Ancak, yine ilginç bir şekilde şehir merkezinde Karamanoğulları'ndan kalma hiçbir eser yoktu, pek garip geldi bana..

Şehir hakkında ayrıntılı ön bilgi toplamak, ya da tarihi/kültürel mekanlarla alakalı detaylı bilgi edinmek isteyenler için Türkiye Tanıtım sitesi; bulabildiğim tek alternatif.. Ama eksikleri var sitenin, arama fonksiyonu çalışmıyo mesela.. Şehrin il Kültür Turizm Müdürlüğü'nün sitesinde tarihi yerlerle ilgili hiçbirşey bulamadım ayrıca; halbuki Gaziantep'teki muadil kuruluşun ne derli toplu bilgilendirici sayfası vardı.. Yani sonuç; çok şaşırtıcı bi durum ama kooooskoca Konya'nın tarihi & gezilecek yerleri ile ilgili dört dörtlük bir websitesi yok malesef ...

Nasıl Gidecez?
Ben Kayseri'den Metro firması ile gittim; 4.5 saat sürdü; 25 TL ödedim. Akşam 8'de binmiştim Kayseri'den; gece 12:30'da Konya otogarındaydım. Otogar önünden tüm gece boyu şehre tramvay işliyor sabaha kadar, çok takdir ettim (Tabi 12'den sonra saatte bir sadece). İstanbul'dan gelecek olanlar için de şöyle bir bilgi vereyim; Konya'dan İstanbul'a yine Metro ile döndüm ve 50 TL ödedim; o da 9.5 saat kadar sürdü hatırladığım kadarıyla.

Bu arada Konya otogarı da yeni yapılmış bir otogar, ancak içini göremedim ne yazık ki.. Şehre vardığımda Mehmet bekliyodu zaten, vakit de geç olduğundan hemen tramvay durağına gittik.. Dönerken de Cihat otogar'a geldi sağolsun,otobüs kalkana kadar otobüs önünde muhabbet ettik. Yani içeriye girmek nasib olmadı. Ama, dıştan sanki bir ayyıldızı andırır gibi inşa edilmiş; buna da Kayseri'den gelirken otobüste tanıştığım Seçmen abi dikkatimi çekti..

Gezi Güzergahı I

Google Map'in çok güzel bir hizmeti de var: haritada güzergahı çizdiğinizde, yolun uzunluğunu da söylüyor.. Konya güzergahımızın uzunluğunu 5.8 km olarak verdi mesela.. Yani yaklaşık 6 km yürüyoruz bu güzergahı takip edersek. Ve herhalde sabah 10 gibi başlasanız gezmeye; saat 6-7 gibi çoktan bitirirsiniz.. Ahan da güzergahımız:


Konya gezi güzergahımızın haritasını daha büyük bir boyutta görmek için tıklayın... Haritaya zumlayabilir, ve farklı yönlere hareket ettirebilirsiniz..

Açıkhava Camiler Müzesi Konya
Konya'nın en ilginç özelliği bence; tam bir camiler müzesi özelliğinde olmasıydı. Her tarzda cami var şehirde; o kadar hoştu ki bunu görmek..

İlk durak (yeşille işaretledim haritada) Ak Camii mesela; ahşap minaresiyle sadece Gaziantep'te gördüğüm tarihi camileri hatırlatıyor. Aladdin Camii, Kayseri'de bolca gördüğüm çok sütunlu klasik Selçuklu cami mimarisinde. Şerafettin ve Selimiye Camileri ise Klasik Osmanlı tarzı, Sinan tarzı camiler.. Ve Aziziye Camii, şehre son Osmanlı döneminin barok-rokoko tarzı mimarisini getirmiş.. Ha, tabi bir de Meram'daki Tavus Baba Camii'ni de unutmamalı: yine klasik çok sütunlu Selçuklu camisi gibi;ama sütunlar ahşap ve çok uzun; bambaşka bir havası vardı caminin.. Kısacası Yok yok şehirde camiler açısından :)

Evet, başlayalım ilk noktamızdan: Ak (Şazibey) Camii içine girmedim; hemen dikkatimi çeken ahşap sade minaresine hayranlıkla bir süre bakıp, fotoğrafladıktan sonra, Karatay Medresesi'nin kapısına yürüdüm.. Bu arada caminin tarihiyle ilgili ne üzerinde bi bilgi var, ne de internette.. Neyin nesidir öğrenemedim yani..
Gaziantep tarzı gibi duran sevimli ahşap minaresiyle Ak (Şazibey) Camii..

O ne görkemli kapıdır öyle Karatay Medresesi'nde.. Medrese şu an Çini Eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor.. 1250'lerde yapılmış. Ben yine herzamanki gibi, mümkün olduğunca çok yer görme uğruna içeri girmeden, dış Taç Kapı'sını temaşa edip fotoğraflayarak Selçuklu Köşkü yoluyla Aladdin Camii'ne doğru yol aldım. Taç Kapı'nın girişinin iki yanındaki dönmeli sütunlar, mimarideki Bizans etkisini gösteriyormuş.
Çini Eserleri Müzesi olarak kullanılan Karatay Medresesi'nin giriş Taç Kapı'sı..

Aladdin Camii (1220)

Aladdin Camii'nin Selçuklu Köşkü'nün yanından görünümü.. Selçuklu Sultanları Türbesi'nin kubbesi ve camiye Osmanlılar zamanında eklenen minare de görünüyor..

Selçuklu Köşkü hakkında söylenecek pek birşey yok.. Ahı gidip vahı kalmış bir yapı. Köşkün sadece bir duvarı ulaşmış günümüze. Hemen yanından yürüyüp meşhur Aladdin Camii'nin girişini buldum. O arada da Aladdin Camii'ni oluşturan yapının yan kapıları üstüne yazı yazan eşşeklerin yazdıklarını fotoğrafladım (Eşekleri tenzih ederim). Bu tarihi esere böyle bir muameleyi gönül rahatlığıyla yapanlar kadar, onlara tarihe saygı şuurunu veremeyen okul ve ailedeki eğitim sistemine de ÇOOOK yazık.. Aynı eşşeklerden Kayseri'de de vardı; Döner Kümbet'in duvarına kocaman boyayla yazı yazmış vicdansızlar...

Aladdin Camii'nin yan kapısının mermerine yazılmış yazılardan bir örnek. Yazının üzerindeki 26.9.96 doğru ise bu yazı 13 senedir orda; ve o zaman daha acı oluyo durum: 13 senedir temizlemek için hiç bir adım atılmamış, yazık...

Neyse, burası Türkiye deyip sakinleşeyim; kabullenmişlikle.. Klasik çok sütunlu selçuklu mimarisiyle inşa edilmiş Aladdin Camii; özellikle bizans sütunlarıyla ve kündekari ahşap minberiyle ilgimi çekti.. Caminin yapımı epey uzun sürmüş ve 1220 tarihinde Aladdin Keykubat zamanında bitirildiğinden bu sultanın ismiyle anılıyor..

41 sütunlu Aladdin Camii içindeki bizans sütunlarından bir tanesi.. Büyük ihtimalle civardaki yıkıntı bizans yapılarından alınarak cami yapımında kullanılmış. Kayseri Ulu Camii'de de aynı durum vardı..


Aladdin Camii'nin selçuklu klasiği yeşillerle ve geometrik şekillerle bezeli mihrabı.. Önceden her tarafı yeşilli süsleme imiş (Kayseri Gülük Camii gibi), ama sonraları iç tarafı aşınınca oraya mermer kısmı eklemişler..

Kayseri'de Lale, Hunat ve Ulu Camilerde gördüğüm tarzda bir ahşap minberi var caminin. Taaa 1150 yılında Ahlat'lı bir marangoz ustası yapmış kündekari tarzında (yani küçük ahşap parçalarını birbirine geçirerek, çivi filan kullanmadan); 3000'e yakın küçük parçayı birleştirerek, ve 40 yıla yakın sürmüş. Gel de hayran olma.. İçimde garip bir minnet uyandı bunu öğrenince, Van gölü kenarında sabırla bu minberi işlemiş olan Ahlat'lı ustaya..

Aladdin Camii'nin meşhur 850 yıllık ahşap minberi.

Ve Cami avlusunda da 8 Anadolu Selçuklu Sultanının mezarının bulunduğu bir kümbet var. Keyhüsrev'ler, Keykubat'lar, Keykavus'lar burda yatıyor hep. II. Kılıçarslan'da burada.. Hani o Bizans'a karşı kazandığı Miryakefalon zaferiyle Anadolu'nun türkleşmesinde çok önemli rolü olan Kılıçarslan..

Aladdin Cami avlusundan Konya fotoğrafı. En solda muhafaza altındaki Selçuklu köşkü (duvarı demeliyim), ortada Karatay Medresesi'nin kubbesi, en sağda da şehrin iki gökdeleninden biri olan Selçuklu Kulesi gözüküyor..

Camiden çıkınca Aladdin tepesinin yukarısına doğru yürüdüm. Zaten minicik bir tepe. Ben sanki daha kocaman bişeymiş gibi düşlemiştim halbuki.. Yine çok başarılı bir şehircilik örneği göstererek, şehrin göbeğindeki bu tepeyi yeşillendirmiş belediye. Çay bahçeleri de var tepe'de; hatta biz bi tanesinde Öner'le buluştuğumuzda oturup elma çayı da içtik.. Yani yaz sıcağında oturup gölgede dinleneceğiniz bir yer mevcut Konya'da şehrin göbeğinde.. Hatta bir değil birkaç yer; hemen karşı tarafta da çok güzel bir parkın inşası hala devam ediyor. Memet'in dediğine göre o parkın inşaat öncesi halinde içindeki havuzda ördekler filan bile varmış.. Şimdi o parkı daha da genişletiyolar sanırım.

Neyse, Aladdin Tepesi'nden de hevesimi aldım; ve yola devam. Mevlana Caddesi'ni takip edicez şimdi.. Yalnız Mevlana Müzesi 5'ten sonra kapanıyomuş; ona göre hızlandırın adımlarınızı.

Mevlana'ya Doğru...
İlk olarak iplikçi Camii'nin önünden geçiyoruz. Cami zamanında iplikçiler çarşısı üzerinde yer aldığından bu isimle anılır olmuş.. Ben içine girip mermer mihrabı'nı fotoğraflamaya çalışırken (çok aşırı bi ilginçliği de yoktu hani), içerden bi adam "yasak ama hadi neyse" dedi.. Niye yasak anlamadım; şehrin en turistik camisi Aladdin Camisinde bile böyle bir durum yokken. Zaten çektiğim fotoğraf da hiç iyi çıkmadı :). Cami 1202'de minaresiz olarak yapılmış ve 1330'larda yenilenmiş. Şimdiki minaresi ise Cumhuriyet'ten sonra eklenmiş, ve caminin orijinalitesini bozduğu için yıkılcakmış yakında.. Şimdi düşünüyorum da; Kayseri Hunat Hatun Camii minaresi de II. Abdülhamit tarafından eklenmiş; belki de önceden o da minaresizdi.. Yine, Gülük Camii de minaresizdi Kayseri'de.. Ordayken dikkatimi çekmemişti bu; meğer
Selçuklu dönemlerinde, camilere minare ekleme geleneği yokmuş demek...

Buradan Şerafettin Camii'ne geçiyoz, yolun diğer tarafında. 12. yy'da Şeyh Şerafettin bir cami yaptırmış bu araya; ama tabi ki caminin şu anki hali 1636'ya dayanıyor. Tipik bir Osmanlı eseri yani. Özellikle iç süslemeleri çok hoşuma gitti benim.

Şerafettin Camii içinden bir görünüm..

Az ileride de Şems-i Tebrizi Camii bulunuyor.. O kadar sade ve küçük bir cami ki.. Şems'in kabri caminin içinde. Birkaç yüz metre ilerdeki Mevlana'nın türbesiyle karşılaştırılınca ne kadar sade duruyor.. Dünyanın hali işte; taa 800 yıl öncesinde başlayıp hikayesi bugünlere kadar gelen dostluk öyküsünün iki kahramanından, bir anlamda irşad eden konumundaki sessiz sakin buracıkta; diğeri, az ilerde dünyanın dört tarafından ziyaret edeniyle.. Caminin ahşap direklerinden birinin üst tarafındaki, artık solmaya yüz tutmuş ahşap boyamalar dikkatimi çekti özellikle..

Ahşap boyama. Şems-i Tebrizi Camii'nden..

Evet, Şems'le vedalaşıp geriye doğru gidiyoruz; ve Valilik binasının önünde buluyoruz kendimizi. Bu arada, azcık geride Kayalı Park'ın arkasında bi de sarılı eski tarz bi bina var; sanırım postane olarak kullanılıyor; ben o binayi da çok sevdim: sevimli bir mimariye sahip.

Dümdüz devam edince Selimiye Camii'ni görüyoruz. Bu cami II. Selim adına yaptırılmış 1570'lerde.. Klasik Osmanlı tarzı bir cami.. Caminin bana en ilginç gelen tarafı, dıştan bakınca belli olan kare görünümünün içinde iken belli olmaması.

Selimiye Camii

Ve Mevlana
Selimiye Caminin hemen iki adım ilerisinde de Mevlana Müzesi girişi var. Müzeye giriş 2 TL. Çok ucuz yani.. İçerde Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı şadırvan çarpıyor ilk göze.. Garip bir şekilde şadırvanın içindeki su birikintisi bozuk para dolu.. Dikkat ettim, hepsi türk lirası; acaba turistler mi atıyor dilek tutmak için bizimkiler mi, emin olamadım..

Mevlana Müzesi girişi. Arkada 1270'lerde inşa edilmiş yeşil kubbe (Kubbe-i Hadra); Mevlana'nın türbesi yani..

Hemen sağda; Dergahın eskiden nasıl işlediğinin cansız mankenlerle canlandırıldığı bir bölüm var, çok hoş.. Mesela hemen girişteki merdiven altında bi manken duruyor. Memet anlattı bana da: dergaha ilk gelen kişi günlerce bu merdiven altında durur zikir ve ibadetle meşgul olurmuş. Bu adayın hemen oracıkta duran ters yöndeki çarıklarını şeyh düz dönderirse, bu dergaha kabul edildi demekmiş, ve artık bu ilk imtihan sona erermiş. Burada ve türbe içinde fotoğraf çekmek yasaktı; ancak Meyve Sepeti nasılsa çekmeyi becermiş; oradan bakabilirsiniz fotoğraflara...

Neyse, sonra girdik Mevlana Türbesi'ne Mehmet'le.. Koocaman bir türbe; içerde Mevlana, Babası, oğulları da dahil bir sürü akrabası insan gömülü.. Ve ayrıca Mevlana'nın seccadesi, okuduğu Kur'an, giydiği cübbe de dahi çok eski eserler de sergileniyor.. Çok ilgimi çeken iki şey, 1) Mevlana'nın cübbesindeki lale motifleri (demek taaa 1250'lerde Lale bizim kültürümüzün çok sağlam bir parçası imiş), ve 2) Mevlana'nın (yoksa oğluna mı aitti??) gömleğinin üzerindeki bir yığın arapça yazı.. Üzeri yazılı gömlek giymenin mantığı nedir acaba??

Neyse devam edelim; Türbe'den çıkmak epey zaman alıyor; sonra çıkışta da yine dergahın işleyişiyle ilgili eşyaların yer aldığı bir bölüm vardı müzenin parçası olarak; orayı da çarçabuk geçip çıktık..

Aziziye Camii
Geri dönüyoz artık burdan Aladdin Tepesi istikametinde; ama geldiğimiz Mevlana Caddesi'nden değil, Türbe Caddesi yoluyla.. Ve bu cadde bizi, Konya'nın belki de en estetik, en alımlı camisine götürüyor: Aziziye Camii.. Bu caminin genelde vurgulanan en önemli özelliği, pencerelerinin kapısından çok daha büyük olması..

Kırılacakmış gibi duran incecik dış sütunları ve farklı minare mimarisiyle Aziziye Camii (1867)

1867 yapımı bu cami, bu yerdeki yangına maruz kalmış eski bir caminin yerine, Pertevniyal Valide Sultan'ın yardımlarıyla barok-rokoko tarzında yapılmış.. Ben pek severim Pertevniyal Sultan'ı, biraz da acıma hissiyle.. Kolay mı; oğlu Abdülaziz'in hem tahttan indirilişine, hem bilekleri kesilerek (tartışmalı) öldürülüşüne şahit olmuş; ardından da günlerce her şeyden mahrum bir odaya hapsedilmiş kadıncağız. Az değil 8 sene evladının acısıyla yaşayıp nihayetinde 1883'te vefat ederek Aksaray'daki yine kendi yaptırdığı o büyüleyici dış mimariye sahip Pertevniyal Camii'ne defnedilmiş.. Merak edip durdum, acaba hangi sebep Valide Sultan'ı taa Konya'da bir camiye yardıma itmiştir; arkasında bir Mevlana sevgisi ve onun bulunduğu şehre bir hediye sunma düşüncesi mi vardı acaba? Neyse, geçelim.. Diyorum ya; Konya bir açıkhava camiler müzesi diye; kim derdi ki Osmanlı son dönem mimarisinin barok-rokoko tarzı camilerinden birisi Konya'da karşıma çıkacak.. Minaresiyle, iç süslemeleriyle, dışındaki dokunsan yerinden çıkacakmış gibi duran incecik sütunlarıyla o kadar göz alıcı ki!!

Aziziye Camii'nin iç süslemeleri..

Aziz Pavlus Kilisesi
Devam edelim yolumuza biz; benim Kilise aşkımı bir çırpıda anlayan Mehmed'im; "ahan da bizim Konyamızda da kilise var nolmuş ki" tarzında hava atarak bu kiliseye götürdü beni.. Ne ilginç de mi, evet Konya'da hemen Aladdin Tepesi'nin dibinde nerdeyse, bi kilise var.. Yalnız üzerinde hiç bir açıklama yoktu, ismi bile.. İşte gel de şehrin yetkililerine turizm açısından kocaman bir eksi verme... Döndükten sonra internet araştırmalarımla öğrendim hikayesini (WowTurkey sağolsun): Efenim; bu kilise 1910 yılında Saint Paul / Azis Pavlus Kilisesi ismiyle, bu yerde yaşayan misyoner Fransızlar tarafından yaptırılmış; daha çok o civarda yaşayan ermenileri katolikleştirmek maksadıyla.. Şimdilerde İtalyanlar tarafından sahiplenilmiş; hatta bir web sitesi bile var kilisenin.

Katolik Aziz Pavlus Kilisesi..

Kilisenin hemen yakınında da Arapoğlu Kosti'nin konağı var.. 19.yy'da Lübnan'dan gelen hristiyan araplardan biriymiş bu zat sanırım; o yaptırmış. Bir dönem Fransız Okulu olarak hizmet vermiş; şimdi de kafe olarak kullanılıyor (Tabi binayı fotoğrafladığımda bunları bilmiyordum; kentin turizm yetkilileri zahmet edip küçük bir tabela koymamış binanın üstüne tarihiyle ilgili.. İnternette buldum bilgileri).. Halbuki çok hoş bir görüntüsü var; müze vb. olarak da düzenlenebilirdi..
Şimdilerde kafe olarak kullanılan 19.yy Arapoğlu Kosti konağı..

Ve Sona Doğru..
Hemen yakında, 1242 yapımı selçuklu eseri Sırçalı Medrese'ye gidiyoruz sonra.. Buranın da giriş Taç Kapı'sını ve, kapıdan içeri bakınca görünen çinilerle bezeli avlusunu pek beğendim ve fotoğrafladım. İsteyenler uygun saatte giderse içeri girebilir; Mezar Anıtları Müzesi olarak kullanılıyor yapı; yani beylikler, Selçuklu ve Osmanlı döneminden mezar taşları var içerde..
Sırçalı Medrese'nin avlusu..

Güzergahımızın devamında, bana gitmek nasip olmayan selçuklu eseri Sahip Ata Camii var; hep Memet yüzünden :) Sonra da; uzuunca yürüyerek, Atatürk Anıtı'nın olduğu meydana geliyoruz.. Çok beğendim bu anıtı; orda burda gördüğümüz modern tarz Atatürk anıtlarından farklı olarak selçuklu/osmanlı mimarisi kokan iç alıcı beyaz rengiyle çok hoş bir yapı üzerine kondurulmuş bir Atatürk görüyorsunuz karşınızda.. Doya doya baktım :)

Atatürk Anıtı

Sadrettin-i Konevi Camii ve Türbesi
Neyse devam edek, az kaldı ha gayret :) bi sonra, arka taraflarda mütevazı camisi ve türbesi ile; meşhur Muhyiddin-i Arabi'nin üvey evladı ve talebesi Sadreddin-i Konevi'yi bulacağız karşımızda; hemen Askeri Hastane'nin arkasında. Sadreddin Konevi Mevlana ile aynı zamanlarda yaşamış; hatta Mevlana'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine o kıldıracakken, üzüntüsünden bayıldığı için kıldıramamış. Kendi de 1274'te vefat etmiş. Bahçede açıkta çok sade mezarını gördükten sonra caminin içine girdik Mehmet'le..

Sadreddin Konevi Camii'nin II. Abdülhamit devri restorasyonu izlerini taşıyan girişi..

Cami II. Abdülhamit zamanında restore edilmiş sanırım, çok eski durmuyor o yüzden; ama mihrabı taaa Selçuklu döneminden kalma! O Selçuklu yeşilini ve geometrik şekillerini birden karşınızda buluveriyosunuz..
Sadrettin Konevi Camii'nin Selçuklu tarzı mihrabı

Neyse; uzatmayalım; farklı bir yoldan geri dönerek o hoş Atatürk Anıtı'nı tekrar görüyoruz; ve hemencecik solumuzda meşhur Konya Lisesi. Eski mimarisini sevdim ben.. Kayseri'nin Kayseri Lisesi gibi burda da Konya Lisesi var; zaten iki şehri pek çok noktalardan birbirine o kadar benzettim ki.. Devam ettiğimiz Atatürk Caddesi boyunca yine karşımıza eski Konya binaları çıkmaya devam ediyor..

İnce Minare: Son Durak
Ve İnce Minare Sokağı'na sapıp 1264 tarihli İnce Minareli Medrese'yi görünce gezimiz bitiveriyor.. Bu Medrese de ayrı bi ironi; karşımda Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii'ninki gibi incecik estetik bir minare beklerken, nerdeyse hayatımda gördüğüm en kalın minare çıkmasın mı karşıma :D Minare çok daha uzunca imiş; ancak 1901'deki bir yıldırım düşmesiyle neredeyse üçte ikisi gidivermiş minarenin..
"İnce" Minare ve medresenin giriş Taç Kapı'sının bir kısmı..

Minaresi gerçekten çok orjinal medresenin; ve giriş taç kapısı da.. Belki de Kayseri'den bu yana gördüğüm en etkileyici selçuklu Taç Kapı'sı idi bu medreseninki.. Medrese şu an Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmet veriyor.. Yani benim gibi dıştan seyretmeyi ilk etapta kafi buluyosanız nome problema; ama içini gezmek isterseniz, tabi biraz erken gelin ki kapanmasın..
İnce Minareli Medrese'nin büyüleyici Taç Kapı'sından bir görüntü

Gezi Güzergahı II: Meram Bağları

Aladdin Tepesi'nin etrafını çevreleyen yolun bi yerinden geçiyo Meram minibüsleri.. 1.25 TL idi yanılmıyosam; üzerlerinde "yeni meram yolu" yazıyo zaten.. Atladık Memet'le minibüse; 15 dakikada Meram'daydık. Son durakta iniliyo zaten.. Yolda; kendimi bir an Etiler'de Levent'te zannettim; ağaçlar içinde çekici mimarileriyle villalar.. Konya zenginleri bu muhitte oturuyomuş..

Meram villaları..

İlkin hemen orda derenin kenarındaki açıkhava gözlemecilerinin birinde oturup gözleme yedik; bir yandan derede deniz bisikleti mi neyse o nesneyi kullanan insanları seyrettik ağaçlar altında... Dere dediysem, öyle çok doğal gözüken bir dere değil, daha çok bir kanal görünümünde; iki taraftan da duvar arasına alınmış çünkü..
Üstelik pek temiz de değildi. Derede bikaç tane de ördek vardı, yüzüp duruyolardı.. "Hah, sonunda Türkiye'de ördekli bir su birikintisi görebildim şehir hayatının ortasında" dedim sevinerek..
Meram deresi, ve kenarda gözlemeciler..

Meram'ın özelliği, Konya'nın yeşil yüzü olması. Gözlemeden sonra Meram tepesine doğru yukarıya doğru yürüdük Memet'le. Yukarda Aydın Çavuş isimli meşhur bir çay bahçesi var; özelliği, tüm Konya ayaklarının altına seriliyo insanın burada. Aşağıdaki fotoğrafı Aydın Çavuş'tan çektim. Önde Meram'ın yeşil yüzü göze çarpıyor; ötelerde de şehrin iki gökdeleni hafiften belli oluyor. Şehrin ne kadar düz olduğunu da burdan çok iyi anlıyo insan..

Aydın Çavuş'tan Konya..

Ve Tavus Baba Camii.. Aydın Çavuş'tan geri inerken içine uğradık. Meram Tepesinde, taa 1200'lerden kalma bir cami (Aslında bu konuda da internette bir yığın çelişkili bilgi var; kimisi de 1400'lerde yaşadığını iddia ediyor Hindistan'dan gelmiş Tavus Baba'nın. Kadın olduğunu iddia eden hikayeler bile var).. O kadar farklı ki içi. Odundan yüksek direkler kullanılmış sütun olarak. Bambaşka bir havası var..

Meram Tepesindeki Tavus Baba Camii'nin içi...

Etli Ekmek
Konya'da ne yenir sorusunun cevabı Etli Ekmek tabii.. Ve Havzan EtliEkmek lokantası imiş bunu en iyi yapan (Mehmet öyle dedi). Biraz yürüdük tabi merkezden; ama hatırladığım kadarıyla tramvayla da gidilebiliyor. Selçuklu Kulesi'nin orda bi yerdeydi.. Tıklım tıklımdı gittiğimizde.. Bir etli ekmek, bir bıçak arası ısmarladık (Etli ekmek kıymadan, bıçakarası ise bıçakla küçültülmüş et parçacıklarından yapılıyor).. Tuğan'la Cevahir AVM'de ilk kez etliekmek tattığımda hayal kırıklığına uğradıydım : "yav lahmacun bu !!" diye.. Ama Havzan'daki tecrübem sonunda "aslında güzel oluyomuş, ve farklıymış lahmacundan" dedim kendi kendime...

Bu arada, şehir merkezinde de çok lezzetli etli ekmek yapan yerler varmış; Google amca'ya sorun, isimlerini bulursunuz..

Sonuç olarak diyebiliriz ki .... :)
Konya da şaşırtmadı beni; aynı Kayseri gibi; gecekondulaşma yok; planlı şehirleşme; yeşil alanlar; güzel, ferah bir şehir meydanı (Aladdin tepesi).. Raylı sisteme önem verilmiş, tramvayı var.. Gerçekten çok güzel bir şehirleşme vardı Konya merkezinde; yine Avrupa kalitesinde.. Tarihi & mimari açıdan da diğer iki şehre göre çok daha zengindi; hem selçuklu, hem klasik osmanlı, hem son dönem osmanlı (barok-rokoko) mimarisinden örnekler vardı şehirde... Ve tabi şehrin simgesi Yeşil Kubbe ve Mevlana..

Ancak şehri merakımın en önemli sebeplerinden biri olan bisiklet yaygınlığı beni tatmin etmedi ne yazık ki.. Tamam, gerçekten çok yaygın bisikletliler şehirde.. Hatta Hollanda tarzı, arkasında yan oturmuş insan taşıyan yolcu bile gördüm Aziziye Camii'ne giden yolda :)
Aziziye Camii'ne giden caddede Hollanda tarzı : Bir bisiklette iki kişi..

Ancak; sadece bir caddede o Mehmet'in bahsettiği bisiklet yolundan vardı, Hollanda tarzı.. Başka hiçbi yerde yok... Dedim "heralde numunelik göstermelik bi tane yapmışınız, havasını atıyosunuz" :). Memet ısrarla, şehrin bizim gitmediğimiz taraflarının bisiklet yollarıyla kaplı olduğunu söyledi; inansam mı bilmiyorum :). Aşağıya da o gördüğüm tek bisiklet yolunun fotoğrafını koyayım. Aslında madem bisiklet yaygın; daha da yaygınlaştırmak adına şehir merkezinin her tarafına bisiklet yolu yapın de mi; olası trafiğe de en güzel çözüm..
Konya'nın numunelik bisiklet yolu :)

Yapmadan Dönme
  • Mevlana Müzesi'ne gitmeden
  • Aziziye Camii'nin içini dışını görmeden
  • Aladdin Camii'nin içindeki bizans sütunlarını ve ahşap minberini görmeden
  • Yeşil Meram'da Aydın Çavuş'ta "Konya Kanatlarımın Altında" demeden
  • İnce Minare Medresesi'nin minaresini ve taç kapısını görmeden
Minik Detaylar..
  1. Yaş nohutun satıldığını ve yendiğini ilk kez Konya'da gördüm.. Orda burda seyyar satıcılar yeşil nohut satıp duruyolar demet demet.
  2. Bizim İstiklal Caddemizin muadili olaraktan Konya'da da Zafer var; hemen Aladdin Tepesi'nin orda bi yaya caddesi.
Başka kimler bloglamış Konya'yı?
  1. Euhippe : Selçuklu başkenti Konya'da bir gün :Konya üzerine gerçekten çok hoş, derli toplu, düzenli keyifle okunan bir gezi yazısı. Emek verilerek yazılmış..
  2. Meyvesepeti Geziyoor... : Lale şehri Konya : Özellikle Meram ve Mevlana Müzesi ile ilgili bol fotoğrafı olan bir gezi yazısı. Lale fotoğrafları da güzel..

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Kayseri: Şehir gibi şehir..

Neden Kayseri?
Kimlerden duymuştum ilk, hiç hatırlamıyorum ama; Kayseri'nin çok modern çok güzel bir şehir olduğu kalmış aklımda.. Türkiye'de şimdiye kadar gördüğüm şehirler içinde, Avrupa standartlarında şehirleşebilmiş hiç bir şehir göremeyerek hayal kırıklığına uğrayan ben; "hadi bi koşu da Kayseri'ye bakayım" dedim..

Şehir Hakkında
Tarihi çok eskilere uzanıyor Anadolu'daki her şehir gibi.. Ama sadece Türk tarihine odaklanırsak, sırasıyla Danişmendlilerin, Anadolu Selçuklularının ve Osmanlıların izleri var şehirde...

Şehir düz geniş bir yere kurulmuş, kocamaan bir yer. Etrafta dağlar var ama en yakında olan Ali Dağı bile uzakta duruyor. Erciyes de hafiften gözüküyordu uzaklarda, ama tepesini göremedim, hava bulutluydu.. Dağların çok uzakta kalması ve şehrin geniş bir düzlükte yer alması, şehre ayrı bir ferahlık veriyor..

Kayseri büyükşehir belediyesi statüsünde. Merkez ilçeyi Melikgazi, Talas ve Kocasinan oluşturuyorlar.. (Viki amcadan baktım şimdi emin olmak için; Hacılar ve İncesu da varmış)

Şehrin tarihi/turistik yerleri hakkında ön bilgi, Kayseriden.biz sitesinden toplanılabilir; gerçekten çok kaliteli bir site; tarihi yerler hakkında çok detaylı bilgiler ve resimlerle dolu. Birleşmiş Fikirler isimli bir oluşumun, Edirne ve Adana'dan sonra AKBANK sponsorluğunda hazırladığı üçüncü siteymiş; 10 üzerinden 10 veriyorum :)

Ayrıca; Kayseri'nin turiste verdiği önem de çok şaşırttı beni; tarihi yapıların duvarlarındaki türkçe/ingilizce açıklama tabelalarına (Gaziantep'tekiler kadar başarılı olmasa da) ek olarak, şehir meydanında bir de "Tourist Information Office /Turist Bilgilendirme Bürosu" var.. Evvet; şehrin tam göbeğinde, herkesin göreceği şekilde.. Böyle birşeyi Türkiye'de ne gördüydüm ne duyduydum şimdiye kadar (Zaten meydanın göbeğinde; ayrıca aşağıdaki Google Map haritasında da Gezi Güzergahı I üzerinde işaretledim yerini).. İçeri girip, hem Kayseri merkezi haritası (biraz kabataslak birşey ama yine de işe yarıyor); hem Kayseri ile ilgili çok güzel bir kitapçık alabiliyorsunuz ücretsiz; hem de gezmeyi düşündüğünüz yerler hakkında aklınıza gelen her şeyi sorabiliyorsunuz... Gurur duydum doğrusu Türkiye'de Tourist Information Office olduğunu görmekten.. Zaten hep söylüyorum; avrupalıların turiste verdiği önemin aynısını biz gösterebilsek, turist sayımız abartısız 3-4 katına çıkar kesin..

Yalnız şu açıklama tabelalarıyla ilgili çok önemli bir problem var; ingilizce açıklamlar çok uyduruk, gramer ve anlam hatalarıyla dolu (tek istisna Hunat Hatun Külliyesi'nin duvarındaki. Oradaki ingilizce problemsiz).. Bu da şehrin yabancı turiste verdiği önemi gölgeliyor doğrusu.. Örnek vereyim mesela; Alaca Kümbet'in üzerindeki türkçe açıklama "Emir Cemalettin bin Muhammed'e aittir" diyor; ingilizcesinde ise şöyle yazılmış "It was build by Muhammed for Emir Cemalettin and Bin Muhammed". Tercüme edersem: "Muhammed tarafından Emir Cemalettin ve Bin Muhammed için yaptırılmıştır".. Yani böyle komik saçma kel alaka bir ingilizce açıklama. Ayrıca gramer yanlışı yapılıp "built" olması gereken kelimenin "build" olarak yazılmasını öpüp başıma koyuyorum tabi bu saçma ingilizcenin yanında... (Aynı problemle Konya'da da karşılaştım ilginç bir şekilde)

Nasıl gidicez?
3 gece & 3 şehir planıyla çıktığım yolculuğun ikinci durağıydı Kayseri.. Gaziantep'ten Devran Turizm gidiyor Kayseri'ye. 6.5 saat sürdü yolculuk. Bilete 25 TL verdim. Saat 19:30 gibi Kayseri Otogarı'na vardık.

Otogar, yeni yapılmış modern bi yapıydı; ancak Gaziantep Otogarı'na göre çok soğuk bir mimarisi var, sevemedim..

Otogardan şehir merkezine gidiş ve geri dönüşte ne yazık ki toplu taşıma kullanamadım, Ümit sağolsun. Otogar'a vardığımda Ümit (ve Kürşat) beni bekliyodu zaten.. Dönüşte de Metro'nun servisiyle gittim otogara; zaman da tutmadım iyi mi; ama herhalde bi 15 dakika filan sürüyodur, ve kesin bi dolmuş türü birşey vardır arada işleyen..

Gezi Güzergahı I
Aslında, şehirle ilk haşırneşirliğim akşam vakti oldu.. Zaten 19:30 civarı otogara geldiğimizi söylemiştim. Ümit'in eniştesi Rahmi abi, sağolsun akşam karanlığında bizi şehir meydanı etrafındaki önemli tarihi eserler arasında dolaştırdı. Şehir meydanının akşamleyin bir başka havası oluyo doğrusu..

Ümit'le Rahmi Abi'nin evinde yataktan yatağa karanlık odada gecenin 4'üne kadar çene çaldığımızdan, ertesi sabah saat 11'de anca uyanabildik.. Gezmek için şehir merkezine geldiğimizde de Cuma namazı ezanı okunmak üzereydi. Hunat Hatun Camii dışında; 1 TL ödediğim seccade şekli verilmiş bez üstünde kıldım namazı.. [O da ayrı bir şaşkınlıktı benim için; bi de baktım herkesin koltuğunun altında bi seccade, camilere doğru yürüyolar... Normalde İstanbul'un heryerinde kocaman hasırlar filan serilir, dışarıda kalanlar namaz kılsın diye. Ama Kayseri'de böyle bi hizmet sunmuyo camiler :), kendi başının (pardon seccadenin) çaresine bakıcan.. Kayserililerin fıkralara konu olan tüccarlık yanıyla bağlantılı birşey mi bu acaba dedim kendi kendime :)]


Gezi Güzergahı I. Turistik Kayseri'yi daha geniş bir haritada görmek için tıklayın..

Namaz sonrası, turist bürosuna uğradık ilkin. Kadir Has Şehir Müzesi'ni görmemizi kesinlikle tavsiye etti ordaki kız. Öyle yürüyerek gidilecek bir yerde değil; Ümit'in arabaya atlayıp gittik, ancak birkaç günlüğüne kapalıymış müze (turist bürosundakilerin bunu bilmemesi de ayrı garip tabi).. Hemen yanında da fuar alanı var ilgilenenler için; ama şehirdeki tarihi yerleri görmek yerine orda vakit geçirmeyi istemediğimden, geri döndük ve Gülük Camii'ne gittik arabayla.. Ne görkemli mihrab süslemesi! Neyse güzergahlar karışmasın, ikinci güzergahı anlatırken koyayım fotoğrafını.. Sonra, da Ümit'in işi çıktı, ve beni yukarıdaki haritadaki ilk güzergahın en güney noktası olan Döner Kümbet'in orada bırakıp dönmek durumunda kaldı Gemerek'e.. Yani bu güzergahı tersten takib ettim aslında ben:)

Meydan
Evet gezi rotamız şehir meydanından başlıyor. 10 üzerinden 10! Türkiye'de böyle bi meydanı olan şehir gördüm ya, gözüm açık gitmez :) Koskocaman bir yer; çok güzel düzenlenmiş; ve üstelik tarihi yapısı da var; saat kulesi ve iç kale surlarıyla..
Resimde şehir meydanının bir kısmı görünüyor. Normalde daha da büyük. İlerde iç kale, 6.yy'dan Bizans yapısı.

Şehir meydanının başka bir açıdan görünüşü. Soldan sağa sırasıyla Hunat Hatun Camii minaresi, Heykel, Saat Kulesi, İç Kale surları, ve en sağda da yeni işlemeye başlayacak tramvay'ın durağı gözüküyor. Arkada da Ali Dağı'nın silüeti.

Türkiye'de böyle bir meydan planlaması görmek beni oooo kadar mutlu etti ki; kendimi alamıyorum; farklı bir açıdan bir meydan fotoğrafı daha koycam buraya :)
Burda da; saat kulesi, heykel; tramvay durağı; ve durağın arkasında en sağda da İç Kale'nin ucu gözüküyor..

Gezi Güzergahının meydandan sonraki ilk durağı Hunat Hatun Külliyesi, 1238 Selçuklu yapımı (ama minaresi 1900'de yapılmış). Zaten hemen meydanın orda cami. Giriş dış kapısındaki işlemeleri, taş mihrabı ve tarihi ağaç minberiyle gerçekten büyüleyiciydi cami. Gördüğüm yerlerin tarihiyle ilgili çok fazla detaya inmiyorum; zaten Kayseriden.biz sitesinde var tüm ayrıntılı tarihi bilgiler..

Hunat Külliyesinin dış giriş kapısındaki klasik Selçuklu tarzı geometrik motifler..

Hunat Camii ahşap minberinden bir görüntü. Ağaca özellikle Kur'an yazısının işlenebilmesi hayrete düşürüyor insanı..

Hunat Camii mihrabının hemen üstündeki arapça yazı (muhtemelen bir ayet). Selçuklu tarzı (köşeli) kaligrafinin estetikliğine bitiyorum..

Bu kadar büyülenmemde, hayatımda ilk kez bir selçuklu mimarisiyle haşır neşir olmanın da etkisi vardır tabii. Caminin içi sütun dolu.. İlk başta ilginç geldi, ama sonra şehirdeki diğer camileri gezdikçe anladım ki bu da tipik Selçuklu/Danişmentli mimarisinin özelliğiymiş..
Hunat Camii içi. Selçuklu tarzı klasik çok sütunlu iç yapı.

Kümbetler
Hunat Hatun Külliyesi içinde bir de Hunat Hatun kümbeti var, ben sadece cami girişinden bakabildim; yine üzerinde hoş geometrik motifler var. Ama sonra, Konya yolculuğunda yanımda oturacak olan Seçmen abi dedi ki "Hunat Hatun Çarşısı içinden dolanarak kümbetin yanına gidilip içine girilebiliyor". Hatta Seçmen abi, sandukalar üzerindeki örtüleri de kaldırıp sanduka taşlarının işlemelerini de fotoğraflamış.. Hunat Hatun, meşhur anadolu selçuklu hükümdarı I. Alaaddin Keykubat'ın eşiymiş. Hatta kendisi, Alanya tekfuru'nun kızı imiş. Evlendikten sonra müslüman olup kendini hayır işlerine adamış..

Devam ediyoruz güzergah boyunca: Alaca Kümbet'in pek bi özelliği yok açıkçası göze hitab eden. Ancak otobüs firmalarının yerleri var hemen burada; gidiş bileti filan ayarlayacaksanız aklınızda olsun..

Esas bu güzergahın geri dönmeden önceki son noktasındaki Döner Kümbet çok güzel. "Dönüyo mu?" diye hayretle sorduydum cahil cahil turist bürosundaki kıza. "Yok, şeklinden dolayı öyle isimlendirmişler" dedi gülerek. Yuvarlak bir yapısı var, ve üzerindeki süslemeler muhteşem.. Hayat ağacı, çift başlı kartal ve aslan kabartmaları var üzerinde. Kümbet 1300'lü yıllarda saraylı bir hatunun mezarı olarak yapılmış. Ama komik bir şekilde kümbet üzerindeki ingilizce/türkçe levhada kümbetin kim için yapıldığından bahsedilmiyor.. Ahh, nerdesiniz Gaziantep'teki ayrıntılı muhteşem açıklama levhaları!! :)

Seyyid Burhaneddin Mezarlığı ve Türbesi...
Seyyid Burhaneddin Türbesini de tesadüfen keşfettim. Döner Kümbet civarında yürürken, kenardaki yeşil alan ve alandaki mezar taşlarına benzer eski taşlar dikkatimi çekti.. Bi baktım ki çok eski bir mezarlıkmış burası. Yetkilileri takdir ettim doğrusu. Zaten çoğunun üzerindeki yazısı yok olmuş olan taşlarla dolu bu mezarlığı dümdüz edip üstüne çirkin bi bina kondurabilirlerdi genelde yapıldığı gibi.. Ama güzelcene düzenlemişler.. Aralarda hoş motifli mezar taşlarına da rastlıyorsunuz.. İstanbul'da alıştığımız eski mezar mimarisinden farklı bir havası vardı..

Mezarlığın içinde dolanırken, kenarda bir çeşme benzeri yapı vardı; onun üst kısmında gözüme ilişti aşağıda resmini koyduğum kuş evi.. İstanbul'daki Laleli, Üsküdar Yeni Valide ve Ayazma Camilerinin duvarında çok daha süslüleri vardır bu kuş evlerinin; kuş sarayları demek daha mantıklı onlara.. Ecdadımızın aynı mantıkla kuşları düşünüp taa Kayseri'de de bu uygulamayı yaptığını görmesi mutlu etti beni..


İlerde türbeyi görünce meraklandım. Meğer Mevlana'nın hocası Seyyid Burhaneddin'e aitmiş. 1244 senesinde Kayseri'de vefat etmiş. Zaten o yüzden bu caddeyi Seyyid Burhaneddin bulvarı olarak adlandırmışlar.. Hatta Mevlana bir ara hocasını ziyarete bu şehre bile gelmiş.
Türbe yapı olarak kiliseye benziyor biraz. Hangi dönemde inşa edildiğini merak ettim; ancak duvarındaki açıklamalarda sadece Seyyid Burhaneddin'in hayatı ile ilgili bilgi verilmiş. Türbeyle ilgili hiç bir bilgi yok.. Yine "Ahh Gaziantep" dedim içimden :)

Ahi Evran Zaviyesi
Yolun hemen öbür tarafında Ahi Evran Zaviyesi var, ücretsiz gezilebiliyor: Esnaf ve Sanatkarlar Müzesi olarak düzenlenmiş; çok hoştu. İçerdeki genç ayrıntılı bilgiler verdi bana sergilenen eşyalarla ilgili, sağolsun.. Mesela, iki parçalı ayakkabı çok ilginçti: Ayakkabının alt tarafını (alt katını demeliyim) çıkarıyosunuz bir hamleyle ayakkabıyla girilmeyen bi yere gelince; sonra temiz temiz geziyosunuz.. Çok yaratıcı imiş; sanıyorum eski zamanlarda kullanılırmış Kayseri civarında bu ayakkabı.

Sırf bu değil tabi; türlü türlü eşyalar var sergilenen, girince göreceksiniz. Birkaçının fotoğrafını Mosaic Maker programı yardımıyla bir araya getirip koydum aşağıya.
Eski zamanlarda kullanılan sırasıyla 1) kömürlü ütü (inanılmaz ağır, kalkmıyo yerinden), 2) dikiş makinası, 3) Bakır cezve, 4) Silah sandığı

Geri dönüşte güzergah üstünde yer alan Han Camii'nin çok bir özelliğini göremedim aslında; girmeseniz de olur.. Turist Bürosu'nun verdiği haritada işaretlendiği için ben de işaretledim Google Map'de.

Eski Kayseri Evleri..
Sonra, ilerde Yoğun Burç'un (1200'lerde Anadolu Selçukluları tarafından inşa edilmiş bu burç) olduğu köşeden sola dönünce, eski Kayseri evlerinden (konak demeli belki de) örnekler çıkıyo karşımıza güzergahı takip edince. Eskişehir, Ankara, Bursa civarında gördüğüm eski ev mimarisinden çok farklı. Gaziantep'teki tarihi evlere daha bi benzeyen bir mimariyle yüzyüze geliyoruz..
Sağda, yanyana birkaç eski Kayseri evi görünüyor..

Bu Kayseri evlerinin hemen arka tarafında da Lale Camii var. Lale Camii, 1300'lerde Lala Muslihiddin Paşa tarafından yaptırılmış; klasik Selçuklu mimarisi hakim esere. Cami içinde ortada adam boyu yüksekliğinde bir kabe modeli vardı; mantığı nedir merak ettim. Caminin ahşap minberi de yine Hunat Hatun'daki mukabilini aratmayacak nitelikte bir şaheser.
Lala Camii ahşap minberinden. Yine o estetik selçuklu tarzı Kur'an hattı var üzerinde..

Devam edip Kayseri Lisesi ve Kilise'nin önünden geçerek meydan bölgesine gireceğiz. Kayseri Lisesinin mazisinde şöyle bir hazin nokta var; bahsetmeden geçmeyeyim: 1920-21 yıllarında hiç mezun veremiyor lise; çünkü 11 lise son sınıf öğrencisinin hepsi Sakarya'da şehit düşüyor. Kilise var hemen lisenin karşısında; ama nedense önünde adı sanı tarihi ile ilgili en ufak bir bilgi yok.. Camında; tekvando kurslarının başlayacağı ile ilgili bi duyuru var; demek ki böyle bir amaçla kullanılıyor.. Garipsedim doğrusu.. Halbuki şehrin çok dinli mazisine vurgu yapmak ve ecdadın hoşgörülü bakış açısını öne çıkarmak adına, güzel bir ingilizce/türkçe açıklama levhası konulmalıydı önüne. (Yenibilgi: İnternet'te buldum sonunda. İsmi Surp Astvadzadzin kilisesi imiş. İsminde "Surp" olduğuna göre bir Ermeni kilisesi demek ki.. Ne zaman yapıldığı bilinmiyor ve günümüzde spor salonu olarak kullanılıyormuş... Yenibilgi II: Astvadzadzin kelimesi 'Rabbin Annesi' anlamına geliyomuş..)
Şimdi spor salonu olarak kullanılan Surp Astvadzadzin (Meryem Ana) ermeni kilisesi

Devam edince Gezi Güzergahı I'in son noktasına geliyoruz. Burada da iki tane önemli eski Kayseri evi var birbirine yakın: Raşit Ağa Konağı (Atatürk evi) ve Güpgüpoğlu Konağı (Etnoğrafya Müzesi). Ben gezmedim müzeyi, sadece dışardan fotoğrafladım. Ama, cansız mankenler kullanılarak konağın eski zamanda nasıl işlediği çok güzel canlandırılmış diye duydum Seçmen abiden. Biraz hayıflanmadım da değil bunu duyunca..
Atatürk Evi. 19 Aralık 1919'da Kayseri'ye geldiğinde bu evde kalmış Atatürk.

Gezi Güzergahı II


Gezi Güzergahı II. Turistik Kayseri'yi daha büyük bir haritada görmek için tıklayın..

Yine Meydan'dan başlıyoruz. İç Kale'den Kapalıçarşı'ya giriyoruz; İstanbul, Bursa veya Gaziantep'teki kapalıçarşılardan farklı bir görüntü yok; o yüzden şöyle bir geçip çıktım ben.. Kapalıçarşı 1850'lerde yapılmış ama Bedesten, II.Bayezid zamanından kalma. Zaten farklı bir mimarisi var çarşıya göre. Bedestendeki halıcıda çalışan kültürlü gençle sohbet ettik biraz; anlattı mimari yapının sağlamlığını.

Ulucami
Bedesten yoluyla çıkınca kendimizi meşhur Camii Kebir'in yani Ulu Cami'nin önünde buluyoruz zaten.. Minaresi; kırmızımsı rengi ve şerefesinin altındaki maviliğiyle çok hoşuma gitti. Sanırım o mavilik aslında mavi taşlarla yazılmış arapça bir yazı. Minarenin bir özelliği de, şerefeden sonraki kısmının bariz ince olması.. Konya'da dolaşırken; bu tarzın eski Selçuklu minare mimarisi tarzı olduğunu söylediydi bana Mehmet... Caminin içi, klasik selçuklu tarzı bissürü sütunlu şekilde.. Ama içini ilginç yapan, bu sütunların zamanın çeşitli roma/bizans yıkıntılarından toplanılmış olması. Zaten sütunların üst taraflarındaki işlemeli süslemeler hemen bunu akla getiriyor.. Ulucami, Kayseri'nin en eski büyük camisi bu arada. 1142'de; üçüncü Danişment sultanı Melikgazi, başkent yaptığı Kayseri'ye böyle bir cami yaptırtmış. Melikgazi'nin türbesi de hemen caminin yanında.
Cami-i Kebir (Ulu Cami)'nin kızıl minaresi. Yanda ise yukarıdan aşağıya 1) Caminin ahşap minberinden bir motif, 2) Camideki Roma sütunlarından biri 3) Mihrabın üstündeki altın yaldızlı kufi hat..

Bir ilginç nokta da; Ulu Camii, şadırvanında her abdest alan için ayna bulunan hayatımda gördüğüm ilk ve tek cami. Ahan da kanıtı aşağıdaki fotoğrafta :).

Her abdest alma yerinin karşısında bir ayna var :)

1-2 dakika yürüdükten sonra Hatuniye (Şamiye) Medresesi var. Bunun da özelliği; şehirdeki tek Dulkadiroğulları Beyliği eseri olması. 1432'lerde inşa edilmiş. Gerçi Kayseri tarihinde bir Dulkadiroğulları hakimiyetinden bahsedilmiyor ama, demek kısa bir süreliğine öyle bir durum olmuş ki buraya medrese yaptırmışlar.. Giriş kapısını fotoğraflayıp yola devam ettim ben..

Gülük Camii
Sonra Gülük Camii'ne gidiyoruz biraz yürüyüp.. Bu caminin en önemli özelliği mihrab süslemeleri.. Şehirdeki başka hiç bir camide yok bu.. Gerçekten eşsiz.. Yalnız içeri girip bakınca, yer yer kabardığını görüyorsunuz süslemelerin.. Dip taraf zaten dökülmüş ve alçıyla sıvanmış.. İnşallah yetkililerin bir restorasyon planı vardır, yoksa yok olup gidecek bu eşsiz güzellik.. Ayrı bir konu da; mesela ben kötü niyetli biri olsam kabaran yerlerden elimle hatıra niyetine parçalar koparıp alabilirdim.. Mihrab kısmının korkulukla çevrelenmesi lazım aslında..

Gülük Camii mihrabı, ve mihraptan detaylı motifler.. Benim cep telefonu kamerası pek iyi yansıtamamış görkemini mihrabın gerçi..

Son cami durağımız Kurşunlu Camii.. Bu isimin sebebi ne acaba diye de meraklandım; Eskişehir'deki tek Osmanlı eserinin adı da aynıydı.. Kurşunlu Camiinin özelliği; zaten Kayseri'li olan Mimar Sinan'ın kendi şehrine yaptığı bir cami olması.. Aynı zamanda şehirdeki tek Osmanlı mimarisi yapı sanırım.. Cami klasik Sinan camisi zaten yapı olarak.. İnsan meraklanıyor; Mimar Sinan bu camiyi hangi duygularla yaptı acaba; neler hissetti; gerçekten bir vefa duygusu muydu ona bu camiyi yaptıran..

Hemen caminin önünde yemyeşil bir park var.. Yani yaz sıcağında şehir merkezinde dolanırken oturup serinleneceğiniz bir mekan var hemen meydanın dibinde.. İşte bilinçli şehircilik.. Bu parkın arkasındaymış meğer Gevher Nesibe; Konya'ya giderken otobüste tanıştığım Seçmen abi söyledi.. Hayıflandım tabi; ama artık bir dahaki sefere. Gevher Nesibe'yi yıllar önce kendisiyle ilgili okuduğum acıklı bir romandan tanırım.. Çocuktum o zamanlar, ne hayranlık duymuştum Gevher Nesibe Hatun'a.. Genç yaşta aşk derdinden ölmüş, ve kardeşi Anadolu Selçuklu Sultanı'na bu tıp merkezinin yapılmasını vasiyet etmiş. Zaten o yüzden Şifaiye Medresesi olarak da biliniyor yapı.. İleride de Hacı Kılıç Camii var; onu da göremedim haliyle..

Ve gezi güzergahının son durağında da Sahabiye Medresesi var; yine selçuklu tarzındaki büyüleyici giriş kapısıyla.. Bu giriş kapısı, tipik Selçuklu tarzı. Gülük Medresesi'nde, Hunat Hatun'da; ve Konya'daki Selçuklu eserlerinde de bu geometrik motiflerle dolu görkemli mimariyi gördüm hep..

Hemen o civarda, ALMER alışveriş merkezi var; gidesiniz geldiyse.. Merkez civarında yapımı devam eden iki alışveriş merkezi daha gördüm; AVM modası Kayseri'ye de gelmiş besbelli..

Değdi mi ??
Evet; kesinlikle değdi gittiğime! Antep'te; şehre "Doğu'nun Parisi" niyetiyle gidip yaşadığım hayal kırıklığını anlatırken, "Kayseri'den de fazla birşey beklemeyin" dediydi Osman.. Amma Osmancım, durum farklı:) Kayseri'nin planlı şehirleşmesine hayran kaldım.. Gecekondu yok; binalar muntazam, gözü rahatsız etmeyen dış cepheler; gepgeniş yollar; kooskocaman şehir meydanı, aynı Avrupa şehirlerindeki gibi.. Şehirleşme açısından tam not verdim Kayseri'ye (ben kim oluyosam :) ); "şehir gibi şehir işte" dedim.. Tarihi eserler açısından zengin; yeşillendirmeye gereken önem verilmiş; velhasıl insanın içi açılıyo şehir merkezinde volta atarken..

Yapmadan Dönme
  • Meydanda akşam vakti iç kale etrafında volta atmadan
  • Hunat Hatun, Gülük veya Sahabiye'den herhangi birinin giriş kapı süslemesini görmeden
  • Gülük Medresesi'nin eşsiz mihrab süslemesini görmeden
  • Hunat Hatun, Lala Camii ve Ulu Camii'de yer alan ahşap minberlerden birini görmeden
  • "Tourist Information Office"'e uğramadan
  • Döner Kümbet'i görmeden
Minik Detaylar
  1. Tüm bu yerleri saat 14:00- 19:30 arası yürüyerek gezdim. 5.5 saat yetti yani. Tüm tarihi yapıların birbirine yakın olması işe yarıyor. Yani, göremediğim yerleri de göz önüne alırsak; sabah 11 civarı gezmeye başlayıp, akşam 9'a kadar her yeri doya doya gezip, üstelik meydanın akşam görüntüsünden de mahrum kalmazsınız.
  2. Akşama doğru Memet'i arayıp "Kayseri'deyim, Konya'ya geliyorum bu akşam" dediğimde ilk söylediği şey "Beştepeler Parkına gittin mi?" oldu. Sanıyorum şehre çok uzak değil. Güzelliği; şehri kuşbakışı görebiliyormuşunuz burdan.
  3. Konya ve Eskişehir kadar olmasa da bisiklet kullananlar var şehirde her yaştan (tabi hepsi erkek; bir tek Eskişehir'de gördüm bisiklet kullanan bayanları).. Sevindim tabi.. Hatta Hollanda usulü bi korkuluğa kilitlenip terkedilmiş eski bir bisiklet bile gördüm. mutlu oldum :).
    Keşke belediye bisiklet yollarıyla döşese şehri de, bisiklet kullanımını teşvik etse. Geniş caddeleri ve düzlük yerde olması hasebiyle buna çok müsait şehir..
  4. Çeşmeler... Evet; Kayseri'nin çook takdir ettiğim başka bir özelliği.. O kadar çok çeşme var ki; gezerken yorulup susayınca su satın almaya gerek kalmadan giderebildim susuzluğumu.. Şimdiye kadar Avrupa ve Türkiye'de gördüğüm şehirlerde bir tek İsviçre-Basel'de vardı hatırladığım böyle halka açık çeşmeler..
    Bu çeşme Han Camii'nin arkasında bir yerlerdeydi.. Hem böyle tarihi çeşmeler var hem de yeni yapılan hayratlar; su hizmeti sunan..
Kayseri'yi başka kimler bloglamış ??
Kayseri'ye gidip birşeyler karalamış blog yazarlarının sayfalarına bağlantı koyayım dedim bu kısımda da.. Hem böylece bu yazıyı okuyanlar, Kayseri hakkında daha ayrıntılı bilgi ve resimlere ulaşsınlar.. Kayseri gezi yazıları derlemesi gibi bişey olsun burda yani..
  1. Gezihane : Kayseri : Benim burada pek bahsedemediğim, nerde ne yenir (Kesme Dondurma'sı varmış mesela Kayseri'nin; bu yazıdan öğrendim), nerede kalınır gibi konularda ayrıntılı bilgiler veren hoş bir gezi yazısı. Ayrıca önemli tarihi yerlerden birkaçı hakkında da ayrıntılı bilgi var.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...